UMUT VARSA

Tanca Çepik GÜLTEKİN

07-05-2017 22:27

Korkma… korkma… korkma, yapabilirsin. Hiçbir şey için geç değil. Yeniden başlayabilirsin. Dünyaya yalnız geldin yalnız devam edebilirsin. Bundan daha kötü olmayacak, inan hislerine. Belki zor olacak ama alışacaksın.

Yirmi beş yıl koskoca bir ömür. Bilmediğim bir dünya var dışarıda. O kadar unuttum ki ve o kadar bilmiyorum ki yalnız yaşamayı, korkuyorum. Pazar yerinde tuttuğu eli boş kalmış ve kalabalıklar arasında annesini kaybetmiş bir çocuk kadar korkuyorum. O çocuk için herkes ne kadar yabancıysa kendisine ,benim için de bir o kadar herkes yabancı bana . Tek bir kanat yok korkmadan altına girebileceğim. Belki bir annem bir babam bir kardeşim olsaydı , bugün kalkıştığım bu işi çok daha önce yapardım.

Bu kahpe dünyada sadece güvenebileceğim o vardı. O da güvenmemem gerektiğini gösterdi bana . Bağırta bağırta kalbimdeki kendisini söktü aldı. Acıta acıta yaptı bunu. Saygısızca, umarsızca, umursamazca.

Yüreğimi ilk kanatışı o iş yemeğine zorla kendimi davet ettirmemle oldu. İş yemeğinde fark ettim iş ortağı kadınla aralarında bir duygu yaşandığını . Reddettim kabullenmeyi . Arsızca ve yüzsüzce bir sorun yokmuş gibi davranmak incitse de onun için çarpan kalbimi ; kaybetmek korkusu , mutluluğumun , saadetimin , kurulu düzenimin elimden gitme korkusu, gururumun incinmesi pahasına görmezden, bilmezden gelmeme sebep oldu. Oysa yaşanacaklar bir seldi ve yaşanacakların cılız zannettiğim nehirleri besleyip o seli azgın bir canavara dönüştürmesi çok yakındı.

İki erkek evlat yetiştirmiş ben, kriz yönetiminde ne kadar usta manevralarla krizleri fırsata çevirebildiğime güvenerek bunu da atlatırım zannettim. En güzel, en verimli yıllarımı verdiğim bu aileyi her zaman nasıl ayakta tuttuysam şimdi de dik duracağıma, birilerinin geçici hevesine alet etmeyeceğime mutluluğumu kimselere kurban vermeyeceğime yeminler ederek kazananı baştan belli bir savaşa bodoslama daldım.

Üç yıl tamı tamına üç yıl mücadele verdim. Geç gelmelerin sayısı ve süresi arttıkça arttı. Önceleri yalan söyleyecek kadar beni kaybetmeye korkarken benim, hissetmeme rağmen ses etmeyişim onun da daha cüretkarca benden çekinmeyişlerine dönüştü. Saçından, kıyafetinden taşıp dalga dalga buram buram bana süzülerek gelen parfüm kokusu ilk zamanlar benim ruhumda onmaz yaralar açsa da sonra sonra onu bile sindirebilir olduğumu fark ettim. Zerresi tozu bile kalmayan gururumu; aramaya, bulmaya, tekrar canlandırmaya korkar oldum onu sonsuza kadar kaybetme endişesiyle.

Ayanın beyanından kaçmak, baştan belli olan senaryonun bitişini ötelemekti benim yaptığım. İlk zamanlar bunu sadece sevdiğim için, hala âşık olduğum için yaptığıma inandırsam da kendimi, aslında hayatımın altı üstüne gelir korkusuyla yaptığımı fark etmek daha çok yıkılmama sebep oldu. Belki de aşk için katlanıyor olmak teselli ediyordu serçe yüreğimi. Ama korkaklığımdan göz yumduğumu anlamak kendime olan saygımı yitirmeme neden oldu.

Artık bitti. Onun geçirdiği ufak bir rahatsızlık sonrasında yine o iş arkadaşı götürmüş hastaneye. Bana bir telefon açıp haber verme gereği bile duymamışlar. Bana oğlum arayıp haber verdi. Sonrasında hemen koşup gittim . Hastane odasındaki birkaç kişi içinde eşime en yabancı olan bendim. Herkes onun en yakınıydı bir tek ben yabancıydım. Nasıl gelmiştik biz bu hale? İlk el ele tutuştuğumuzda ikimizin de yaprak gibi titreyen ellerimiz geldi aklıma. Düğünümüz, doğumlarımız- doğumlarımız diyorum çünkü 9 ayı ve sonrasında doğum sürecini de benimle yaşamıştı- okul müsamerelerimiz, doğum günlerimiz, kayıplarımızda birbirimize daha çok sarılmamız…

Sonra nasıl bir kopuş başlamıştı ki biz bu denli yabancılaşmıştık?

Su istediğini söyledi. Ben oturduğum yerden kalkmaya hazırlanıyordum ki benden önce kadın kalktı. Suyu doldurdu. Başının arkasından eliyle destek vererek suyu içirdi.

O an bir şeyler bitti bende. Film o sahnede koptu. Çığlıklar atarak kaçmak istedim. Ama fark ettim ki aslında üzülmedim .Sadece aydınlandım yani gözümün perdesi kalktı.

Hiç kimseye bir şey demeden yerimden kalkıp yavaşça hayaletin süzülüşü gibi önce odadan sonra hastaneden ve ikisinin hayatından kayarcasına uzaklaştım.

Eve geldim eşyalarımı toparladım arabama bindim ve hiçbir planım olmaksızın yola koyuldum. Ne yapacağımı nereye gideceğimi bilmiyordum.

Bir müddet gittikten sonra yolun kenarına arabamı çektim. Başımı arkaya yaslayıp gözlerimi kapattım. Ne yapacağımı düşündüm. Sudan çıkmış balık gibiyim. Köksüz dalsız kuru bir dal parçası gibiyim. Rüzgarda savrulan sonbahar yaprağı gibiyim. Hatta ve hatta denize atılmış denizin yüzeyinde dalgalara göre sağa sola, kıyıya açığa gezinip duran boş bir naylon poşet gibiyim.

Ben bir şey kaybettim bu yaşadığım yirmi yıl içerisinde . Bir çok şey kazandım inkar etmiyorum. Mutlu geçen bir evlilik hayatı, aslan gibi iki evlat … Sadece bu ikisi bile yeter kalan ömrümde mutlu olmaya…

Ama bir şey kaybettim . Ne olduğunu çıkaramadığım , çözemediğim, bulamadığım bir şey kaybettim.

Kelimelerimi kaybettim onu biliyorum. Yalnız geçen yıllar içinde, eşi ve çocukları beklerken televizyon dizilerindeki, programlardaki karakterlerle arkadaş oldum. Onlar konuştu ben dinledim. Onlarla hatırladım aşkı ,sevdayı ,heyecan duymayı;, onlarla ağladım güldüm .Bu arada kendi kelimelerimi kaybettim.

Başka bir şey daha kaybettim beni hayata bağlayan onu bulsam eski mutlu ben olurmuşum gibi geliyor. Arabamı çalıştırdım tekrar.

Şehrin uzak ve yeni yapılanan mahallelerinden birine girerken bir reklam tabelası çarptı gözüme. Bir inşaat firması reklamıydı. Anne baba ve iki çocuktan oluşan bir çekirdek aile vardı. Yeni yapılan bir site maketine doğru yüzlerinde gülücüklerle yürüyorlardı. Bu görselin üzerinde ise " Umutlarınızı yarına bırakmayın" yazıyordu. O ailenin umutları vardı. Ev sahibi olacaklardı. Ev borcu ödemek için karı koca çalışacaklardı. O çocukları büyütmek, okutmak için uğraşacaklardı.

Bir zamanlar aynı yollardan biz de geçmiştik. Görevimizi tamamladık. Çocuklarımızı okuttuk, evlendirdik. Sonrası…

Sonrası eşim için devam etti . Hep yeni projeleri oldu. Bir sonraki hedefi, bir sonraki planı oldu. .

Benim olmadı ben onu dışardan seyrettiğim gibi kendim için de bir planım, bir umudum bir hayalim olmadı. Belki de beni hayattan koparan bu oldu. Hayalim yoktu benim. Hayal ettiklerim zaten olmuştu. Yerine daha uzak bir hedef koyup koşamadım.

Bunları düşünürken kaybettiğimin ne olduğunu da buldum. Ben hayallerimi ve umutlarımı kaybetmiştim. Ne kadar uzun yıllar olmuş gece başımı yastığa koyup gülümseyerek hayal kurmayalı.

Arabayı uygun bir yere çektim. Gözlerimi kapattım yine. Ama bu kez acılarımı düşünmek için değil , hayal kurmak için kapattım. Düşündüm ne olmayı, nerede olmayı. ne yapmayı isterdim diye.

Gençlik dönemimizde çocuklar evden gittikten sonra bir sahil kasabasına yerleşip rengarenk boyanmış, kutu gibi tek katlı bahçeli bir evde yaşamayı hayal ederdik. Gündüzleri o balığa gidecekti ben arkadaşlarımla denize girecektim. Akşam o arkadaşlarıyla bağıra çağıra tavla oynarken ben de hanım arkadaşlarımla konken oynayacaktım hep özendiğim manikürlü upuzun tırnaklı kırmızı ojeli ellerim ve en kokoş halimle. Bazı akşamlar kendi bahçemize kuracaktık çilingir soframızı. İki tek atıp çakırkeyif olunca koyacaktık teybimize Müzeyyeni. Müzeyyen" aman ormancı" diyerek, "benzemez kimse sana" diyerek, "ben küskünüm feleğe" diyerek ciğerimizi dağlayacaktı. Çakırkeyif olunca iki kişilik hamağımızda birbirimize sarılıp uzandığımızda gökyüzüne bakıp benim kulağıma "gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar"ı kadife sesiyle mırıldanacaktı.

Gitsem dümdüz bulur muyum ki o sahil kasabasını? Yapar mıyım hayalimdeki renkli boyalı tek katlı evimi kendime göre? Çocuklarım da gelir hem yazları. Ben torunlarıma bakarken onlar gezer eşleriyle. Var mı benim de mutlu olacağım bir dünya Ege sahillerinde?

Gidiyoruz Ege'ye ben, hayallerim, umutlarım, keyfim ve kahyası. Bayağı da kalabalık bir grup olduk hani.İzmir'in girişinde bir tabela karşıladı bizi:

" Hayallerinizi gerçekleştirmeye hazır mısınız?"

DİĞER YAZILARI Kırk yıllık kani olur mu yani 01-01-1970 03:00 45 yıllık tercübe 01-01-1970 03:00