Kimler geldi kimler geçti hayatımızdan, Münir Üzkul, Adile Naşit, Cem Karaca, Barış Manço, Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Erol Büyükburç, Kemal Sunal, Demirel, Ecevit, Erbakan, Deniz Gezmiş, nice hocalar, mollalar, Behice Boran, Hulusi Kentmen, Yaşar Kemal, Ara Güler, Oğuz Aral, daha dedeler, nineler, teyzeler, halalar, komşular, göçüp giden vefalı dostlar, sizler de acı çektiniz, yoklukla sınandınız, sıkıntılar sorunlar yaşadınız, belki de’hiç böyle olmadı’ dediğiniz zamanlarınız oldu, birilerine kızdınız, birilerine küstünüz, şikâyette bulundunuz, o güzel insanlar atlara binip gitti dediniz; gel gör ki ne çok şanslıydınız. Bıraktınız uluorta çaresiz! Kime kızalım, kime küselim, nasıl çıkalım bu girdaptan? Kalakaldık uluorta virüsle, dahası varmış, dahası elimizi kolumuzu bağlayıverdi birden. Sesimizi soluğumuzu kesiverdi, yaşlılarımız vasiyetini, gençlerimiz şaşkınlıklarını koyuverdi ortaya. Ne parası kadar konuşanın, ne zırh giyip koruma altına alınanın, kapısında son model arabanın, ne de lüks konutun önemi kaldı. Bırakıp gidenler yaşanmışlıklarıyla ne çok şanslılarmış. Güneşi tutan, yağmurun her damlacığını hisseden dağdaki, bağdaki toprak damdaki insanlar ne çok şanslıymış, betona gömülmüş milyonlarca insan çaresizce beklemekte, hayat işte, erdemi, onuru, iyiliği, vefayı, dokunmanın önemini, ne de çok hatırlatıyor insana. Oysa biz giden insanlarla bu duyguların kaybolup gittiğini sanmıştık, oysa biz soluksuz bir akıntının içinde kaybolup gitmiştik, oysa görünmez bir virüsün yaptığına bakar mısınız, bütün bunları nasıl da bir güzel hatırlatıverdi.