https://www.irfangazetesi.com/files/uploads/user/-8cedf86714.jpg
ARMANC AŞİRAN

BİZİM MEMLEKETİN “BAZI” İNSANLARI…

04-07-2017 20:52

“Öyle horozlar vardır ki, öttükleri için, güneşin doğduğunu sanırlar…”

                                                                                                                             -Lev Tolstoy-

 

İnsanların içerisinde sıkışıp kalmış isteklerin, özlemlerin, tutkuların en mülayim zamanlarda “sinsice” yüzeye çıkması beni hiçbir zaman şaşırtmamıştır.

İnce nükteler, anlamlı övünçler, ölçülü, eğilip bükülmeli reveranslar…

Bizim memleketin insanları böyledir.

Ne yazmakla nede anlatmakla bitmezler.

İyisi mi ben ufaktan ufağa konuya geçiş yapayım da sevgili okuyucumuzu daha fazla sıkmayayım.

Şöyle ki, geçenlerde bir yerlerdeyiz, oturuyoruz.

Malum, memleketim insanları “kişiler üzerine” sevgiyi de nefreti de inşa etmesini gayet iyi bilirler.

Mezar kazmakta da, kuyu açmakta da ehlidirler.

“Arkadaşlardan” biri:  “Duydun mu!? Ayda 110 bin dolar kazanıyor!” deyiverdi sohbetin bir yerinde.

Şaşırmıştım.

Aklına nereden gelmişti, neden yanımızdayken hiç de değeri olmayan birilerini anlatma gereksinimi duymuştu, bilemiyorum.

Ama bir başladı pir başladı…

Anlatışındaki “sinsi içtenlik” gözlerine, diline, jest ve mimiklerine vurmuştu.

Anlatırken ha bire “Eski dost!” deyiveriyor, “yıllardan beridir yüzünü görmediği” ve hatta şuan yolda görse tanıyamayacağı “biriyle” olan yaşamadıkları “anılarını” durmadan anlatıp duruyordu.

Bilinçsizce mi yoksa kasti mi yapıyordu bunu, kestiremiyordum.

Sadece izliyordum.

O, “şevkle” anlatıp “çenesini yordukça”  kendimi tutamıyor, gülümsüyordum.

Hani olur ya, bilirsiniz işte, karşınıza çok çıkmıştır böylesi tipler; Bazen bazı insanlar “tuhaf hayatlardan” örnekler verip “Zamanında çok çekti, ama şimdi nasıl da çok kazanıyor!” deyip dururlar ya?

İşte şimdi de karşımda duran “anlatıcı” bu türden biriydi.

Bu “bazı” insanların bu anlatışına, anlatışının altında yatan “hırslı duygu patlayışına, bilinçaltına” hayretle bakar “Çocukluğunda çok çalışıp, şimdi ise çokça zengin, dolgun cepli olduğunu” söyledikleri adamlara da, bu “bazı insanlara da” acırım…

“Adam çoook çekti bee! Şimdiyse cefasına karşılık sefasını sürüyor! Heyy gidi günler heyyy…nasıl da özlemişim keratayı!”

Oysa “anlatıcımız da” çok iyi biliyordu ki “adamın” çocukluğu pert olmuş. Adam gece gündüz demeden çalışmış. “Çocukluk anıları” adına elinde avucunda kala kala alnında, kulunçlarında, boncuk boncuk biriken ve dökülen ter damlacıkları kalmış…

Bu çocuk hiç “lolipop şekeri, kağıt helva, cici-bici, biyan şerbeti” yememiş, içmemiş…

Toprağa kazılan minnacık çukurlara şakırdayan renkli cam, çelik gülleler, misketler doldurmamış…

Sokak aralarında kınapını tükürükleyip tahta topacını döndürmemiş, bi şevkle çevirmemiş başka topaçların belinde…

Ama ya şimdi?

Şimdi ise ayda 110 bin dolar kazanıyormuş…

Öyle diyordu bizim anlatıcımız…

Fakat yaşı Kırkı geçkinmiş.

Ayda 110 bin dolar kazanacaksın, ama aynı zamanda hazımsızlık ve “mutsuzluk hastalığı” gibi kronik sorunların da olacak; Evinin, iş yerinin çekmecelerinde ve hatta elbise ceplerinden Tranklizanları, Diazemleri, Auroxleri eksik etmeyeceksin; Ülser baş gösterecek, kâbuslu gecelere devriye tutacak, en görkemli kuş tüyü yataklardan irkilerek uyanacaksın…

Sen “onu” mutlu SAYACAKSIN; o ise kendini “yaşamadıkları, yaşamdan kaçırdıkları” oranında meziyetli, dâhi SANACAK…

Trajikomik.

Peki, bunca şeye değer mi sahi?

Düşünüyorum da sevgili okuyucum, neresinden bakarsak bakalım, acınacak halleri var “bazı” insanların.

Övünülecek hiçbir yanları kalmamış.

İşte o yüzden bu yazıyı da uzatmanın pek bir anlamı yok.

Diyebileceğim -Pardon, yazabileceğim- son söz: İyi günler, SAĞLIKLI HAYATLAR sevgili okuyucum.

Neler Söylendi?