Dünkü ''Siverekli Kadınlar ve şiddet'' Başlıklı yazım galiba bazı bayan okurlarımı sinirlendirdi.
Dünkü yazımı birçok arkadaş beğenerek okuduğunu belirtmesine rağmen bazı bayan memur arkadaşlar benim yazıma karşı eleştirileri olduğunu, bu eleştirilerini yüz yüze görüşerek yapmak istediklerini belirtip beni çay içmeye davet ettiler.
Davetlerini kabul edip yanlarına gittim. Üç bayan memurun dünkü yazımla ilgili eleştirileri şöyle''Dünkü yazıda gerek bayan öğretmen, gerekse görüşünü yayınladınız Porf'ta bence yanılıyorlar. Onlar her şeyi kadından bekliyor ve sizde bu görüşleri köşenize aktararak, onlarla ayını fikirde olduğunuzu belirtiniz. Biz sizin kaleminizin, sosyal demokrat, kadın erkek eşitliğini savunan bir kalem olduğunuza inanıyorduk, bu türden bir yazının sizin kaleminizden çıktığına inanmıyoruz''dediler.
Bayan arkadaşlarla konuştum, o makalede ki görüşlerin bir kısmının, bayan öğretmene ait olduğunu, bir kısmının ise Prof. Dr. Erol Özmen'e ait olduğunu, benim görüşümden bir şey değişmediğini, benim açımdan eşitlik ilkesinin geçerli olduğunu, asıl meselenin insanların birbirine karşı yeteri kadar anlayışlı davranmayıp, birbirlerinin hakkına saygı göstermediğinden kaynaklandığını, en büyük faktörün insanın aç gözlü oluşunu anlatım. Aç gözlülüğün insan yaşamını felç ettiğini, aç gözlülüğün karı koca ilişkilerinin yanı sıra arkadaşlık, komşuluk kısacası toplumsal ilişkiyi zedelediğini anlatmaya çalıştım.
Yeri gelmişken aç gözlülükle ilgili ilginç bir hikâyeyi sizlerle paylaşayım. Bu hikâyeyi yakın arkadaşlarımdan duyduğum, için eksik olabilir peşinen özür diliyorum.
Bilinmeyen bir tarihte Osmanlı padişahlarından biri, tebdili kıyafetle İstanbul galata köprüsü üzerinde elinde ki oltayla balık tutmaya çalışan yaşlı bir adamı uzaktan izlemeye başlamış. Adam attığı her oltayı boş çekiyormuş. Beş, on kez volta boş gelince adam üzülmeye başlamış. Yaşlı adamın üzüldüğünü gören padişah, adamın yanına yaklaşmış;''Bir kez daha oltanı denize at ne tutarsa, sana ağırlığınca altın vereceğim''
Yaşlı adam, padişah olduğunu bilmediği bu iyi giyimli insanın, verdiği söze karşılık umutlanmış, oltasını tekrar denize bırakmış. Kısa bir süre sonra oltada bir ağırlık his edince oltayı çekmeye başlamış. Oltanın ucunda küçük ortası oyuk bir kemik. Padişah sözünü tutup bir terazi istetmiş. Kemiği terazinin bir gözüne koymuş, diğer gözüne de kemiği bırakmış. Cebinde ki tüm altınları bırakmasına rağmen, kemik ağır gelmiş. Sözünü yerine getirmek amacıyla adama padişah olduğunu söyleyip saraya davet etmiş.
Sarayın hazinesine birkaç kâse altın bırakmalarına rağmen kemiğin karşılığı bulunmayınca, padişah vezirini çağırmış.
Vezir terazinin gözünde halen ağırlığının koruyan kemiği görünce tanımış padişaha şöyle demiş''Yüce hükümdarım, bu insanın göz kemiğidir, ne kadar altın bıraksan yine ağır gelecek, bunu eşitlenmesi için biraz toprak getirip altınların yanına bırakın''Bundan dolayı belki halk arasında şöyle denilir'' gözünü toprak doyursun''
Getirilen toprak, kemiğin üstüne atılınca, kemik birden hafiflenmeye başlamış.
Bu hikâyeden alınacak çok ders vardır. Sadece karı koca değil, tüm insanların doyumsuzluğunu anlatan bu hikâye sizleri tatmin etmediyse, benim ara sıra yaptığımı yapın, bir akşam serinliğinde özellikle asri mezarlığa gidin. Mezarlıkta dolaşırken, mezar taşlarının üstünde ki isimleri inceleyin, bakın orada yatanların hayattayken zengin ve kudretli olan bu insanlardan bazılarının unvanlarında ( savcı, hâkim, avukat, milletvekili vs.) yazılı olan mezar taşlarından, birkaç metre ötede toprak mezarın üzerine, kayıp olmaması için küçük bir işaret ya da yağlı boyayla mezar taşına yazılmış sade bir isim.
Dışardan mezarları kiminin toprak, ya da beton kiminin mermer olsa da mezarların içinde yatanların durumu aynı.
Kim hangi mezara konulursa konulsun, unvanıyla parasıyla konulmuyor, kimsinin kefen kumaşı kaliteli olsa da, zamanla sararacak giderek toprağa karışacak kefen. Kefenle birlikte mezarlık ziyaretine gelen yakınların ziyaretleri azalacak, giderek toprağa karışacak şiddet gösteren beyin el ve ayak.
Madem ölüm varsa bu dünyada, insanların aç gözlülüğü niye? Niye insanlar birbirini harcamaya çalışır bozuk para misali. Niye kardeş kardeşi hançerler sırtından? Niye insanlık satılır haraç mezat. Niye…
Birçoğumuzda aynı hastalık; sanki hiç mi hiç ölmeyecekmişiz duygusu. Oysa yaşarken hep şunu tekrarlamakta fayda görüyorum; ben hamal Osman'ın oğlu, sen fabrikatör Numan beyin torunu olsan da ''Ölümde var Kekom''Ölümün her an hatırlanıp ve insanlıktan çıkmamamız dileğiyle….
Bir halk ozanının şu dörtlüğüyle bitirmek istiyorum.
İster aslan kaplan olsun, ister fil
Kisra da bulamaz kendine kefil
Gayet ayık davran olma ki gafil
Azık bağız elindeki mendile
Saygılarımla…