Hayat su gibi akıyor…
Geriye acı, keder ve anılar kalıyor
Aslında biz dünyanın ortasında duruyoruz desek de
Hayat bildiği gibi akıyor
Gençlik çınarımızdan, sonbahar yaprakları düşüyor.
Hec Xıdır köprüsüne daldı gözlerim
Nice sular akmış, ayakları bastonlu köprünün altından
Gölgelendiğim Kanlıkuyu ağacındaki koca ağacın altında
Nice kor yürekli insanlar durmuştur
Nice gerçeklere şahittir bu ağaç.
Hayat su gibi akıyor ya
İnsanda akıyor sonuna doğru
Dün çocuktuk bugün büyük
Yarın yaşlı, öbür gün bir ölü…
Çocukluğumun kapılarını aralamak istiyorum
Elimi uzatıp tutmak
Bir kenarından yakalayıp yine yaşamak…
Ne güzel oynardık yaşıtlarımızla
Köyün dar sokaklarında şen şaksak gecelerimiz vardı
Avucumuzda hep tuttuğumuz güzel umutlarla
Gülüşlerimiz gecenin kapkaranlık sessizliğini yırtardı.
Hele hiç unutmam ne kadarda severdim Siverek ekmeğini
Nanı Suk derdik
Ne güzel bir tadı vardı bizim için, elimize aldığımızda ne büyük bir mutluluk
Nanı sukı (Çarşı ekmeği) belki haftada yâda ayda bir görürdük ama
Yediğimizde dünyalar bizim olurdu.
At arabasıyla giderdi babam şehre
Gitmeden önce güzel bir tıraş olur, daha sonra hiç yanından ayırmadığı cep aynasına bakar
Ve bıyıklarını düzeltirdi
Sekiz kaşeli şapkasını takar ve bana ‘ Torê Suk’ra çiçî bîyar’ (sana şehirden ne getireyim? derdi)
İlk aklıma gelen ‘Nanê Suk û şekero nahakin’ (Çarşı ekmeği ile nohutlu şeker) derdim
Sonra beklemeye koyulurduk
Baba ne zaman gelecek diye
Dam çıkar ‘yarme’ dediğimiz yerden babımın at arabası ne zaman çıkacak diye merakla beklerdik
80’lı yıllardan kalmış eski dürbünle yolu hep beklerdim, ‘yarmeden’ bir at arabası çıktığında, heyecanım bir kat daha artar babamın gelişini dört gözle beklerdim.
Bazen erken gelir bazen geç, bazen gece karanlık olur gelirdi ama gelirdi…
Hiçbir zaman gözlerimi yarı yolda bırakmadı,
Ne zaman geldiyse en büyük hediye olan çarşı ekmeğini unutmazdı.
Sonra bir güneş gibi doğardı babam, at arabası üzerinde bir saate kadar yol almıştı,
Hele hele kış günlerinde eve gelene kadar üşürdü,
Elleri tutmazdı, atın semeresinin ipini tuta tuta üşürdü elleri
At arabasını ailece karşılardık, hemen tezekten soba tutuşturulur
Başköşeye oturtulurdu.
Ben ise at arabasında ne var ne yok onları yoklardım.
Babam cebine koyduğu nohutlu şekerleri anneme verir
Annemde herkese eşit şekilde dağıtırdı
Daha sonra arta kalanı da gelin olduğu zamanda alınmış ceviz ağacından yapılmış sandıkta saklardı.
Çarşı ekmeğimi o özene bezene yarın ki sabah kahvaltısında yenmek üzere saklanırdı
Ekmek geldiğinde yarın kahvaltıda çay ile çarşı ekmeği garanti olurdu
Ben ise bayramlık elbisesini giyecek çocuk gibi
Akşamdan sabahı beklerdim
En büyük mutluluktu kahvaltıda çay ile çarşı ekmeğini yemek…
Ne güzeldi o günler ve ne güzeldi o heyecan
Kaldı mı ki böyle şeyler?
Kaldı mı o tertemiz mutluluklar?
İşte ben öyle bir mutluluğu özlüyorum
Akıp giden sular gibi ben artık o mutluluğa el salıyorum,
Çünkü artık gelemez o günler, gelmez o heyecan
Hayat su gibi akarken
Biz yalnızca seyrediyoruz