Yoksul bir hayatın ta ortasındaydım.
Toprak çatılı evimizin tavanından
Bazen toprak dökülürdü yüzüme,
Babam gibiydim;
Yaşamın hamalı
Örse çekiç sallarken
Tezgâha boyum yetişsin diye
Bir dut ağacının kütüğüydü
Boyumu uzatan.
Hayatın ağırlığı, balyozun ağırlığından çoktu
Yoksulluğu, çaresizliği kader bilenlerdendik.
İlk sevmelerim bu çarşıda başlamıştı
Örse sertçe inen çekiç sesleri arasında,
Orhan Gencebey'ın "hatasız kul olmaz" ı
Kulaklarımızdan delikanlı yüreğimize akan,
Ütüsüz pantolonlarımızın kalıbı çaputtan döşeklerimizdi
Pazar günlerini sabırsızlıkla beklerdik.
Akşama kadar küçelerde gezerdik
Eğer şansımız yaver gitmişse
Yarın gözlerine gözlerimiz değerdi..
Utangaç gülüşlerimizin izi kalırdı
Taş zeminli Siverek küçelerinde
Ustalarımızdan öğrendik
Alın terimizle demir su vermeyi
Örse inen balyozun sapını kavrar gibi
Sıkılı kaldı yumruklarımız..
Zulamızda saklıydı, sevgiliye aldığımız
Kemikten tarak ve demir saç tokalar..
Sonradan öğrendik çekiçle orak yapmayı
Köylülerle aramızda ki kirvelik, hasımlık
Tırpan, kara saban ve orakla perçinleşiyordu..
Çıkarsız, emeğe dayalıydı dostluklarımız.
İki kere iki dört etmediğini öğrendik.
Sıktık yumruklarımızı zulme, haksızlıklara karşı
Ayaklarımızın tabanı patladı
Nasırlı ellerimizden kan aktı günlerce..
Bir daha okşayamaz oldu nasırlı ellerimiz
Yarın saçlarını..
Yıllar sonra döndük
Bir deprem sonrasıydı bizim için
Sevmelerimizin demirciler çarşısı
Küçeler ağlamaklıydı,
Çoktan göç etmişti kırlangıçlar( hechecıkler)
Artık tok bir Kürt delikanlısı değil
Vurgun yemiş Laz balıkçılarıydık,
Arkamızdan çocuk bıraktığımız kızlar
Birer, ikişer çocuk annesiydi küçenin küçük kızları,
Sarı saçlarına tokalar,
Küçük parmaklarına naylon yüzükler takıp
Nişanlımsın dediğimiz genç kızlar
Artık birer anneydiler…
O gün bu gündür
Ağlamaklıdır Siverek küçeleri…
Ve bir yanımız yetim kaldı demirciler çarşısında,
Harmanı yanmış birer küt köylüsü
Vurgun yemiş Laz balıkçılarıydık artık
Siverek Demirciler çarşısında…