Yaşama doymadan ölen insanların ölüm haberleri beni olduğu gibi, tüm hümanist insanları derinden üzdüğüne inanırım. Özelikle, çocuk yaşta ölen insanların ölümü, her seferinde yüreğimde hüzün kasırgaları koparır.
Hafta sonu beni derinden etkileyen bir ölüm olayının duyumunu aldığımda, birkaç dakika kendime gelemedim.
Hafızamda Azrail'i canlandırmaya çalıştım. Ve en çok merak ettiğim konu; Çocuklar can verirken Azrail den korkmuşlar mı? Sorusu aklımda. Ölüm yaşamın gerçek bir yanı olsa da yinede ölümü yakıştıramıyorum çocuklara.
Elden ne gelir ki Kader'i ilahi deyip teselli olmaya çalışıyoruz. Ölüm düşüncesi Temmuz'un sıcağında bedenimde hazan etkisi yaratıyor, üşümeye başlıyorum.
Dedim ya ölüm gençlere ve çocuklara yakışmıyor. Kolay değil Allah hiçbir anneye ve babaya evladının acısını göstermesin.
Bu hafta yazımda 9 yaşında ki bir çocuğun ölüm hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Adı: Berat'tı. Berat aslında yaşamda Berat olmadı. Dünyaya özürlü geldi. Ayaklarında ki sakatlık onu daha bebekken, yatalak yaşamaya mahkûm etmişti
Berat yaşıtları gibi koşup, oynayamıyordu. Pencere kenarından köyün diğer çocuklarının oynadığı oyunları hasret ve özlemle izliyordu. Tek derdi yaşıtları gibi bozkırlarda koşup, oynamaktı.
En çokta mavi gökyüzüne uçurtma uçurtmayı hayal ederdi.9 yaşında olmasına rağmen zekâsı ve sevecenliğiyle her kesin sevgisini kazanıyordu.
Geceleri rüyasında köyün höyüğüne koştuğunu görüyordu. İki kavak direğinden yapılan köy futbol sahasında top koşturuyordu.
En çok gökyüzünde uçurtma uçurduğunu görüyordu rüyasında, köy höyüğüne tırmandığını, höyük üzerinde yaşıtlarına el salladığını görüyordu. Sabah Uyandığında yataktan, kalkmaya çalışırken sakat olduğunu fark edip, tekrar yatağın içine uzanıp, yorganı üzerine örtüp hıçkırıklarını gizlemeye çalışıyordu.
Ailesi; Berat yürüyemediği için her gün kahrolup, üzüldüğünün farkındaydı. Babası oğlunun yürümesi için canını vermeye hazırdı.
Doktorlar'' Berat'ın tedaviyle yürüyebileceğini! Babasına anlatınca. Baba neyi var, neyi yoksa satarak oğlunun Ankara'ya götürdü.
Berat ilk kez köyünün dışına çıkıyordu. Ankara'nın yoğun trafiği başını döndürmüştü. Kendi kendisine mırıldandı''Abo burası ne kadar büyük hiç bizim köye benzemiyor. Bu yüksek binaları rüzgâr yıkmaz mı? Bu kadınlar, bu kızlar köyde ki Fato'ya, Eyşo'ya hiç benzemiyor''
Doktorlar babasına müjdeli haberi verince. Yüreği bir kuş gibi, sevinçle çırpınmaya başladı.
Evet, koşacaktı Can arkadaşı Halil'le birlikte uçurtma yarışı yapacaktı. Doktordan çıkarken babasının sırtından kulaklarına fısıldadı''Baba ben iyileşince bana uçurtma alacak mısın?''
Babasının yüreği burkuldu. Oğlundan utanarak gözyaşlarını yüreğine akıtarak…
''Evet, oğlum hem de Ankara'dan alacağım en büyüğünden''
Berat babasının sırtında belli ki ilk kez yaşama gülümsemeye başladı. Yürüyen insanlara baktı. Başını babasının sırtına yaslayıp köyünü arkadaşlarını düşündü.
Bir dizi ameliyatın ardından. Sargılar içinde köyüne gönderildi. Doktorlar iki ay sonra yürüyebileceğini ona söylemelerine rağmen, gördüğü her beyaz önlüklüden ne zaman yürüyeceğini soruyordu.
''yürüyeceksin''Cevabı yüreğine yaşama sevinci doldurmaya yetiyordu.
Baba bir suçtan dolayı ceza evine girince Berat'ın yürüme sevinci baltalanmıştı.
Kendisini ziyaret edenlere ilk sözü''Biliyor musunuz? Ben iki ay sonra yürüyeceğim''
Okula gitmediği için, günleri parmaklarıyla sayıyordu. Beş parmak sonra alçıları sökülecek, yıllardır özlemini duyduğu uçurtmayı uçuracaktı.
Babası içerden haber göndermiş. Yakınları dev bir uçurtma yapmışlardı. Alçıları alındığı günün ertesinde ilk iş uçurtmasını alıp köyün höyüğüne çıkıp uçurtmasını rüzgârların kollarına bırakacaktı!
Alçıları sökülmüştü. Artık tek başına adım atabiliyordu. Bir eksiği vardı. Yıllardır ihtiyaç duymadığı bir çift ayakkabıya ihtiyacı vardı.
Köyleri Viranşehir ilçesine yakındı. Annesi şehre giden birine para verdi. Yaşıtı olan komşunun oğlunun ayakkabı numarasından bir çift siyah kundura getirmesini istedi.
Akşam köy postası geldiğinde Berat'ın gözleri gelenlerdeydi. Yaşlıca bir köylüleri yıllardır özlemini duyduğu ayakkabısının kutusunu elinde taşıyordu.
Kutudan ayakkabılarını çıkardı. Adeta dokunmaya korkuyordu. Akşam karanlığı basıyordu. Güneşin kızıllığı köyün höyüğünün ardından batıyordu.
Ayakkabıları dış kapının önünde uçurtmasının yanında duruyordu. Yatağından çıktığı gibi elini, yüzünü yıkamadan ayakkabılarına koştu.
Ayakkabılarını giymesiyle acı çığlığı kerpiç odanın içinde yankılandı. Annesi komşuları evlerine doluştular.
Gözerli kararmaya başladı.
Ayakkabısının içinde yedi boğumlu, geceden kara bir akrep bulunmuştu.
Akrep Beratın gözelerini karartmakla kalmamış, dünyasının kararmasına neden olmuştu. Hastaneye götürülürken son kez ayakkabısına ve uçurtmasına baktı. Köyün höyüğüne bakacak takati kalmamıştı.
Üç gün sonra Şanlıurfa devlet hastanesinde annesinin ölüm çığlıklarıyla güvercinler Urfa semasında uçurtma misali Beratsız rüzgârlara kanat çırptılar.
Dördüncü gününde Berat'ı gömdüler köy mezarlığına
Köyün en yaşlısı Berat'ın içinde hasret kalmasın diye uçurtmasıyla siyah kunduraların mezarının başına bıraktı.
Akrep yine akrepliğini yapmıştı. Yürekte yaşama sevinci olan uçurtmayı sancımıştı.
Akreplere inat Uçurtmalarınızın semalarda kalması dileğiyle.