Siverek'te yaklaşık elli park ve yeşil alan vardır, bu yeşil alanlardan çoğu, dinlenmek içindir, bu eli sayının içinde, düşündürüp dinleten aynı zamanda içinde ki heykele 250 yıllık dut ağacıyla düşündüren, insanları anılar denizinde yüzdüren başka bir park yoktur.
Sözünü ettiğim, park kanlıkuyu parkı, ben buraya Şair Ahmed Arif parkı demeyi daha uygun buluyorum. Bu Şirin parka, şair daha insancıl ve kulağa da hoş gelen bir isim.
Siverek'in en eski bu meydanına neden kanlıkuyu demişler? Bilmiyorum. Kimler kılıçtan geçirilip kuyuya atıldı da mı ismi kanlıkuyu oldu?
Tüm araştırmalarıma rağmen ben bu kuyunun neden kanlıkuyu olduğunu öğrenemedim!
"Bir yiğit şairse, üstelik bir de devrimciyse elbette yaşadığını yazar. 'Yaşadığı' ise sadece kendi ömrü değil, yaşama kavgası ve sevdasıyla, acıları, ağıtları, türküleriyle bir yanı geçmiş yüzyılların karanlığına, bir yanı geleceğin aydın sonsuzluğuna uzanan halkın ta kendisi olmalıdır." diyen şairimiz Ahmed Arif'i ne kadar tanıyorsunuz?
Aslen Diyarbakırlı olan Şair ilköğretim okulunun büyük bir kısmını Siverek'te okuyor. Şairin Siverek ile ilgili anılarını, şu anda Kanlıkuyu da bulunan heykelini yapan heykel tıraştan öğrenmiştim. O güne kadar şairin Siverek'le alakası olduğunu hiç düşünmemiştim.
Heykel tıraştan dinlediğim hikâye şu:''Usta Şairin babası Siverek'te nahiye memuru, kendisi o dönemde Türközü ilköğretim okulunda öğrenci, yaşıtı iki çocukla kavga eder, elinde bir kemikle kendisine saldıran çocuğa saldırır, çocuğun yüzü kanar, çocuğun yüzünden iki damla kan dökülür kanlıkuyu'nun toprağına''Usta şair çok yaşlı ve büyük bir dut ağacının altında kavga yaptığını anlatır. Şanlıurfa Kültür ve tabi varlıkları koruma kurulu tarafından koruma altına alındı. Kimi Siverekliler bu tarihi dut ağacının 350 yıllık olduğunu söylüyor.
Asıl dikkat çekmek istediğim konu ise, Kanlıkuyu parkının diğer parklarda bulunmayan kültür sanat ve tarih ve doğallığıyla iç içe olmasıdır. Yıllardır bu parkın işletmeliğini yapan Kahveci Sedat, işinin hakkını vererek güzel ve doğal bir ortamda insanların hem dinlenmesini, hem de düşünmesini sağlıyor.
Dün parka gittiğimde, bir kez daha Ahmed Arif'in heykeline baktım, heykelin önünde bulunun minik havuzlar ve çevresinde ki çeşitli güller ve çiçekler tamda bir şaire yakışır tablo oluşturuyor.
Bir ara gözlerim, o dut ağacının yaşlı kabuklarına takıldı, kabukları tıpkı, yaşlı bir insanın derisi gibi kurumaya yüz tutmuş, yaprakları ve dalları ise; yaşlı bir insanın anıları gibi canlıydı.
Gözlerim heykelin yanında, oturan, üzerinde Siverek'e üzgü kıyafetler ve sekiz köşeli şapkası olan yaşlı bir Siverekli, derin düşüncelere dalmış haliyle, hatırladıkça önünde ki bardağından bir yudum çay alıp, derin düşüncelere dalıyordu, kim bilir bekli güneşin buzları erittiği gibi, eriyip giden, yıllarına yanıyordu, o da dut ağacı misali, giyiniş, bakışıyla duttan çok belki bir çınar gibi görünmek istiyordu. Dıştan bakıldığında tıpkı yaşlı çınar gibi görünen
Kaçak sigarasından ciğerinin bir yanına duman düşüren, bu 8 köşeli şapkasıyla usta şairin heykelinin altında kim bilir hangi yitik yıllarının muhasebesini yapan, karşıda ki dut ağacı gibi toprak üstünde dik duran bu yaşlı adam acaba usta şairin şu dizelerini biliyor muydu?
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
yitirmiş öpücükleri,
payı yok, apansız inen akşamlardan,
bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, cehennemin öbür adıdır
üşüyorum, kapama gözlerini...
Evet, Ustanın dediği gibi, bir an insan gözlerini kapatıp anılar denizinde yüzmeye çalışırsa, acı anılar yüreğinin bir yerini kanatıyor.
Üstadın heykelinin yanında tabakasından sardığı kaçak sigarayı ilk nefeste yaralayan, bu sekiz köşeli şapkalı adamın kim bilir hangi anıları yüreğini kanatıyor.
Yüreklerin kanamaması dileklerimle…