Sevgili dostlar ;12 Eylül askeri darbesinin Ülkemizde yaptığı tahribatı sanırım uzun uzadıya anlatmaya gerek yok.
12 Eylül Askeri darbesi, Ülkede yangına dönüşen çatışma ortamını, bastırmak amacıyla yapılan bir darbe olduğu iddia edilse de, geriye dönüp baktığımıza da, askeri darbenin, yaptığı insan hakları ihlali ülkede onarılması zor yaralar açarak, bu gün ki çatışma ortamının zeminini hazırlamış.
Binlerce genç işkence tezgâhından geçirildi, kimisi işkence hanelerde öldü, kimisinin halen cesedi bulunamadı.
12 Eylül darbesi birçok ailenin dağılmasına, birçok çocuğun annesiz ve babasız kalmasına da neden oldu.
12 Eylül Ülkenin her yerinde insanlık dışı uygulamalarını sürdürürken, bu insanlık dışı uygulamalardan Siverekli gençler ve ailelerde nasibini aldı.
12 Eylül askeri darbesin de nasibini alanlardan biride uzun yıllardan beridir arkadaşım olan Mahmut'tu. Mahmut 12 Eylül döneminde 16 yaşındayken gözlem altına alınmış. Çocuk denilen yaşta akıl almaz işkenceler sonucu yapmadığı suçları kabullenmek zorunda kalmış. Düşüne biliyor musunuz? 16 yaşındaki bir çocuğu işkencelere maruz bırakılması ve ardından işlemediği suçları, işkenceler sonucu kabullenmek zorunda kaldığı suçların cezasını çekmek amacıyla Diyarbakır askeri ceza evine konulur.
Mahmut 16 yaşında, çocuk koğuşuna konulması gerektiği yerde onu 35. koğuş denilen, aslında hücrelerin bulunduğu bölüme koyarlar.
Mahmut'un burada yaşadıklarını yazmaya kalkışsam, ne köşem yeter, nede ben yerel bir gazetede yazabilirim. Ben sizlere Mahmut'un halen o gün ki işkencelerin etkisinde kaldığı ve bir türlü unutamadığı bir anısını yazmak istiyorum.
Dün yani 11 Eylül günü Mahmut'un iş yerine uğradım. Mahmut elinde bir kalem bir şeyler çiziyordu, yüzü asık sinirleri gergindi. Baktım yaşlıca bir kadının resmini çiziyor. Kim bu dedim. Başını Kaldırmadan cevap verdi''Anam''
Oysa Mahmut'un annesi yıllar önce ölmüştü. Ya kardeşim başka işin yok mu, kadın 20 yıl önce ölmüş.
Mahmut gözlüklerinin ardından sert bana bakarak''Ya Dolaş yarın ayın kaçı?''
Konuşmalarına bir anlam vermeden 12'si dedim.
Mahmut tekrar kara kalemi eline alarak bir yandan resmi çiziyor bir taraftan bana cevap vermeye çalışıyordu'''12 Eylül ya, yani annemin öldüğü gün''Doğrusu uzun yıllar önce ölen annesinin ölüm tarihini hatırlayamıyordum.
Mahmut elinde çizmeye çalıştığı yaşlı kadının, fotoğrafını bir yana bırakarak anlatmaya çalıştı.''Bak dostum 12 Eylül'de sadece benim annem ölmedi, oğlu ceza evine düşen birçok anne her gün öldü, benim annemin ceza evi önünde çektiği eziyeti, özelikle görüş günlerinde çektiği çile aklıma geldikçe 12 Eylül askeri darbesini yapanların annemi öldürdüklerini düşünürüm''
Anlatılanlarla 12 Eylül arasında bir bağ kuramadığımı gören Mahmut annesinin 12 Eylül'de nasıl öldüğünü anlatmaya çalıştı.
'Bak dostum, bizim hiçbir suçumuz yoktu! Daha on altısında bir çocukken, yani annemizin gönül bahçesinde bir tomurcukken, askeri darbenin kasaturalarıyla hoyratça koparıldık dalımızdan. Bak anlatayım annemin nasıl öldüğünü, annem bir güz ziyaretime gelmişti. Annem iyi Türkçe bilmiyordu annem beni görür görmez''Keko brayo tı senine '' deyince Ziyaretin karşı kısmında bulunan askerler annemin ağzını kapatarak yere yığdılar. İsyan ettim, bu kez beş on asker üzerime çullandı. Annemin ve benim sesim ceza evinin koridorlarında yankılandı. Annem sadece zazaça ağabeyim, kardeşim sen nasılsın demişti. Ceza evi idaresi annemin bana şifre verdiğini düşünerek, anneme ve bana günlerce eziyet etmiştiler. Evet, Dolaş bunun için diyorum 12 Eylül günü annemin ve benim gibi haksız yere işkencelere maruz kalanların annelerinin ölüm günüdür!
Mahmut'u çizeceği resimle baş başa bırakıp, bu kez yapılan işkencelerin yıllar geçse de insan psikolojisini nasıl etkilediğini düşünmeye başladım.
İnşallah bu son olur; bir daha, ülkemde böyle acılar, işkenceler yaşanmaz ve hiçbir annenin ölüm yıl dönümü 12 Eylül olmaz.
Saygılarımla