Dünya Basınıyla aramızda ki mesafeyi ölçmeyeceğim. Demokrasi vazgeçilmezi halkın sağlıklı bilgi alma hür sesini olup olmadığını, tartışmıyorum.
Her okur haklı olarak bizden bağımsız ve özgür basın mensubu olmamızı talep ediyor. Hangi Siverekliye sorsan "Keşke bir yerel televizyonumuz olsa ya da neden renkli baskılı bir gazetemiz yok?"
Vatandaş haklıdır!.. Hem de Allahın evine kadar haklıdır. Bu gün bizim günümüz olduğu için bende Siverekli kardeşlerimin affına sığınarak soruyorum, bu soruyu sıradan vatandaşa değil, bu kenti idare edenlere, ben aydınım diyenlere, sivil toplum kuruluşu temsilcilerine, siyasilere, kendini kültüre adamış olduğunu iddia edenlere ve sıradan okurlara soruyorum" her gün yayınlanan Siverek'in şu anda iki gazetesi var. Kaç kurum bu gazetelere abonedir Kaymakamlık ve Belediye dâhil, kaç meslek odası her gün para verip benimde katkım olsun, bakayım memlekette ne var? Diye gazete alayım diye kaç günülü var merak ediyorum.
Avrupa Ülkelerinde yerel gazetelerin tirajı Ulusal Gazeteleri ikiye katlıyor. Avrupa Ülkelerinde Basın kartını Başbakanlık vermiyor. Kartı meslek sendikaları veriyor. Gazetelerin üzerinde devletin tekeli yok.
Bizde tam tersi; Yayın yasağı, haberi, yorumu hakaret görme, en önemlisi iş dünyasının reklam silahı ve biz yereler için yayın hayatımızı sürdürmenin tek yolu olan resmi ilan almama korkusu.
İş bununla da bitmiyor. Olağan üstü hallerde, aşiretsel ve geleneksel aile yapısının hâkim olduğu, entelinin çok, gazete ve kitap okuyanları sayısının az olduğu bir yerde gazetecilik yapmanın zorluklarını anlatıp kafanızı yormak istemem. Gözünüzü kapatın ve geçen gece yaşadığım bir olayı anlayarak varın hangi koşullarda gazetecilik yaptığımızı siz anlayın. Bir yakınımın hastalığı nedeniyle Siverek devlet hastanesindeyim. Acilin diğer kapısından feryat sesleri gelince oraya yöneldim. Yaşlı bir annemiz Allahın emriyle vefat etmişti. Yardımcı olmak amacıyla acilin ikinci kapısına yöneldim cenaze arabasına haber verdim. Beklerken ölenin yakınlarından biri olacak beni görünce üstüme yürüyerek "bakın bunu haber yapmayın ha bir şey çekmeyesin" üzerimde eşofman vardı ellerim boştu. "Niye çekeyim hem elimde makinemi var? Allahın emriyle vefat eden bir annemizin ne diye haber yapayım" önce diklendi sonra hata yaptığını anlayınca daha bir ses tonu yumuşadı.
Bu anlattığım basit bir olay, varın gerisini siz düşünün…
Daha fazla uzatmadan Abdülhamit'ten bu yana "24 TEMMUZ ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ" olayının tarihçesini sizlerle paylaşayım. Okuyun siz karar verin…
24 Temmuz 1908. Türk basınından sansürün kaldırılması ve basın bayramı ilan edilen 24 Temmuz 1908'de sansürün kaldırılışı ve basın bayramı.
(1908'in yaz ayları 2. Abdülhamit için zor geçiyordu.. Selanik'ten yayılan İttihatçı isyanını ne Şemsi Paşa bastırabilmişti ne Müşir Osman Paşa. Binbaşı Enver Bey ve adamları dağlardaydı..
Ayaklanmanın 40. gününde Abdülhamit geri adım attı.. Bir başka açıdan da ileriye doğru atılmış bir adımdı bu: 24 Temmuz 1908'de 2. Meşrutiyet ilan edildi.
Osmanlı Matbuat Cemiyeti adıyla örgütlenmiş gazetecilerin büyük bölümü meşrutiyeti sevinçle karşıladılar. Sansürün karşısına dikilebileceklerdi artık. 1876'dan kalma sansür kararnamesini uygulatmayacaklardı. Yani sansür memurları yayından önce gazeteleri kontrol edemeyecekti..
Meşrutiyetin ilan edildiği günün gecesinde İKdam gazetesinin sahibi Ahmet Cevdet ile Sabah Gazetesi sahibi Mihran Efendiler, gazete provalarını görmek için gelen sansür memurlarını aynı sözlerle geri çevirdiler: gazeteler hürdür, sansür yasaktır.
25 Temmuz 1908 sabahı dağıtılan gazeteler farklıydı artık. Uzun yılların ardından ilk kez sansür memurlarının değil gazetecilerin tercihlerine göre basılmışlardı. Özgürce yayımlanan gazetelere halkın ilgisi de büyük oldu. Bazı gazeteler satışlarını 2 binlerden 5 binler düzeyine çıkardı. Fiyatı 10 kuruş olan İKdam karaborsada yarım liraya kadar alıcı bulabildi. Bir ay içinde 200 yeni gazete için yayın hakkı alındı.
24 Temmuz bir anlamda gerçek gazeteciliğin patlama yaptığı gündü. Bu nedenle 24 Temmuz Cumhuriyet Dönemi'nde Türk basınından sansürün kaldırılması ve basın bayramı olarak ilan edildi. Daha sonra kutlamalar "geleneksel gazeteciler günü" adı altında yapılmaya başlandı.
Türkiye'deki basın kuruluşları zaman zaman 24 Temmuz 1908 öncesini hatırlatan dönemlerden geçtiler ama 24 Temmuz simge olarak önemini hiç kaybetmedi)
Okudunuz kararınız ne bilmiyorum?
Ben sadece şunu diyorum: Gerçekten de önemini kaybetmedi, önemi halen sansürün uygulanmasıdır.