Sevgili okurlar; Sevgili dostum eğitimci, yazar Rıfat Mertoğlu'nun Siverek gençlik sitesi ile yayımlanan '' ŞEHİR İHANET EDİYOR''yazısında sevgili dostum ;'' gizlerimi paylaştığım şehir'' diye başlıyor anlatmaya şehirlerde ki yaşanan, ölümcül ayrılıkları ve ihanetleri.
Şehirler ihanetçi değil, tersine şehirler en, temiz ve en günahkâr aşkların tanığıdır! İhanet insana mahsustur. Çünkü Dünyada sevmeyi ve en önemlisi âşık olmayı tanrı sadece insanlara bağışlamış!!!
Şehrin adı ister İzmir, isterse Siverek olsun. Yıldızlar hep aynı ışıkla aydınlatır gök kubbeyi. Kar taneleri yeşilimsi dallardan, hep aynı güneşin sıcaklığıyla eriyip, akar toprağa. Gül hangi şehirde olursa olsun, topraksız yeşermez, tomurcuk olup, açmaz dalında.
Yeryüzünün tüm coğrafyasında şehirler günahsız karşılar geceyi ve günü. Geceyi ve günü kirleten, insandır. Yüreğinde sevmenin anlamını bilmeyen, insan hangi şehirde olursa olsun, yolu hep çıkmaz sokaklarda ve giderek yüreğinin rotasını şaşırır, giderek ihanet denizinde boğulmaya mahkûm kalır!
Siverek sokakların da, sadece aşklar ve ihanetler yaşanmıyor. İnsanın olduğu yerde ihanetin adı hep insanla anılmış, şehirlerle değil. Âdem Baba ile Hava Ananın yasaklı elmasından bu yana, aşk ve ihanet insanın bir diğer adı olmuş.
İhanetin suçunu şehirlere yüklemek, bence haksızlıktır. Siverek'te terk edilmişliğin acısını, Balıkesir şehrinde bir çam ağacının gölgesinde, bir kuş cıvıltısıyla hatırlayıp, ağladığım gün oldu. O kuş cıvıltısı, bana Siverek üzüm bağlarını hatırlatmıştı. Ben o kuş cıvıltıları arasında, beni terk edilmişliğin, kirli hançeriyle yaralayıp, giden yar için kır papatyası toplamıştım.
Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi dağılırken; kitaplarını göğsüne yaslamış, saçları ''onun gibi örgülü olan'' bir genç kızı gördüğümde, Siverek şehrinde yaşadığım ölümcül acıları hatırlayıp, dizlerim kırılmıştı!
Karcadağda fotoğrafladığım saf ve masum yüzlü köylü kızını ona benzettiğim için, ellerim titreyip fotoğrafı pusulu çekebilmiştim.
Yani şehirler bir genç kızın bakireliği kadar saf ve masum! Onu her haliyle kirleten bizleriz. Ölümcül sevmelerin ölümcül, ihanetlere dönüşmesinin tek nedeni; yürek erbabı olmayan insanlardır.
Her şehir tüm sıcaklığıyla, tüm yaşamsallığıyla ve hazretti Mevlana misafirperverliğiyle; namuslu sevdalara kucak açar ve bağrına basar.
Çağımızda, azda olsa, mutlak ölümüne sevdalar yaşanıyordur, her hangi bir şehirde. Ve yine, her hangi bir şehirde, dönek bir sevgilinin yalan hançeriyle aşk yaralanmış, acılar içinde can çekişiyordur?
Ve aşk çağımızda azar azar ölüyor, atlas haritasının her hangi bir şehrinde.
Hayat devam ediyor. Geceleri bir mum aydınlığıyla, zifiri geceyi aydınlatıyor yıldızlar. Güneş, tüm anaçlığıyla ısıtıyor dünyayı ve her hangi bir şehrin yamacında; kuytu bir köşede su içiyor, kanadı kırık serçe.
Yani şehirler, insanlara ihanet etmiyor. Unutan da unutulanda insandır! Yaşanan aşk ayrılıkları ve ihanetleri insan unutmasa da, ölenle ölünmüyor!!!
Bence; acılara inat, hayata tutunmak gerek. Bazen bir sazın bam teliyle, bazen de adı duyulmamış bir şairin şiir mısralarıyla.
Gönül yarasına tuz olur, derman olur inancıyla, Cevat Çeştepe isimli arkadaşın şirini sizlerle paylaşmak istedim.
'' İki pencere arasında
beklerken…
vazoda süs değil, sevgiden büyümüş çiçek masa üzerinde açarken rengarenk
bir pencereden poyraz girer içeriye birden, bildiğimiz karayel diğerinden
yaprakları titremeye başlar, ağır uzlaşmaz sancılar taşarken yüreğinden
iki damla yeşil yaş olur dökülür, akar gözlerinin önünden..
Sigaramın dumanını üflerim, yönüm rüzgâra karşı.
/ey çerçevelere asılı rüzgârgülleri, bu söyledikleriniz hangi yörenin türküleri/
*
Perdeler…
üç telli sazın ortası dersen, bülbül sesi gelir üstten, dağılır alttan gül kokusu
kimin seçimidir geceyi güne veren, vazgeçip serenat vakti tan yerlerinden
mızrabın hammaddesi belli ki, farklı dünyaların göz kırpan yüreklerinden
kulakların her biri, ayrı şarkıları dinliyor aynı ses ve besteden..
Sevmek istiyorum, yer bulabilirsem ellerimi saklayacak.
/ey dalına hain diken, hangi damla kan ile sileceksin yapraktaki parmak izlerini/
*
Uzaklara…
dalgalar dağ doruklarında gezerken ve bulutlar okyanusların derin kumlarında
vurgunu yükseklerde yediren, solungaç patlatacak bir çığ kopar denizlerden
baş dönmesi değildir sonrası, şöyle bir nefes almakla geçmez serinden
belki görülen bir düş, kır çiçekleri toplanmış eline en güzellerinden..
Bana soğuğun ne olduğunu hiç söylememiştin, anlat şimdi.
/ey üstümdeki binlerce ton beyaz ağırlık, hangi sıcaklık ısıtıyor böyle düşlerimi/
*
Yolculuk…
Sorma bile inilecek istasyon nerede diye, yazılıdır nasılsa biletlerin üzerinde
bir pencere mevsimsiz peyzajları seçerken, dalgalar coşmakta diğerinden
istenir ki başlar asla kalkmasın, yolculuk süresince sevgilinin dizlerinden
o zaman bir varmış ile bir yokmuş bir olur, masal dilinden.
Gözlerimi kaparım, trenin tünele girme vaktidir.''
/ey penceredeki tünel öncesi son aydınlık, hangi masalında söylersin bu ninnileri/
Yaşamın tüm olumsuzluklarına rağmen,hayata tutunun bazen bir şiir bazen de bir türkü yada yaralı bir serçenin kırık kanadına iki kibrit çöpü bağlayarak hayata tutunun!!!
Saygılarımla.