Bazen yaşamdan koparsınız, tutmaz ya eliniz ayağınız. Çevrenizde binlerce insan, ama yalnızlığın ve bitmişliğin kara bulutları çöker yüreğinize. Candan bir omuz bulursanız ağlayacaksınız adam gibi doya doya. Yaşamınızın büyük bir kısmı çile ve işkencelerle geçmiş….
Yeter ulan hayat, yeter bana çektirdiklerin diyeceğiniz an, genzine ilk oksijenin ateşiyle bir bebek ağlaması gelir, işkence seslerinin esir aldığı kulaklarınıza. O ses yeniden bağlar sizi ulan yeter dediğiniz hayata. Böyle bir ruh halinde torunum Şükrü Mirza’nın ağlama sesiyle gülümsedim. Ne tuhaf bir duygu değil mi? Masum ve bir o kadar günahsız biri çocuğun ağlama sesiyle gülümsemeniz. O ağlama sesi ilaç misali iyi gelmiş yüreğinize değme uzman psikiyatri doktorlarının ilaçlarla çare olmadığı yaralı yüreğinize bir bebeğin ilk gözyaşları merhem olmuş.
Uçurumun kıyısından alıp hayatın içine bir sevgi seli misali sizi katmış yaşamın orta yerine. Ya kokusu o bebeğin, ilk kokusu güle gülistan bahçelerinin en iyi kokularından biri gibi yaşam, hava, oksijen bunlar ne ki!..
O bebeğin kokusu bugüne kadar burnunuzdan yüreğinize işleyen tüm kötü kokuları bastırmış, dağlardan gelen reyhan kokusuyla bütünleşen bebek kokusu. Bıktığınız ve bitirmek istediğiniz cehennem ateşlerine atmak istediğiniz bedeniniz bir bebeğin kokusuyla yeniden gelecek baharlı günlere inancınız artmış. Bitti dediğiniz bir yaşam, bir bebeğin kokusuyla geri gelmiş. Yeniden merhaba hayat dedim.
Merhaba Mirzam hoş geldin bebeğim çileli yüreğime. Sevgi limanımın en güzel yaşam gemisi hoş geldin bebeğim.