Alın terinin hamura su olduğu, ateşle birlikte, emeğin ekmeğe dönüştüğü, helâl ile haramın analizinin yapıldığı en güzel çarşı.
Görünüşe aldanmamak gerek. Örste dövülen demir tava gelmez bu çarşıda. Mesleğin ustaları adamı emek ve alın teriyle yoğurup tava getirirler.
İnsanlığın, adamlığın anlam bulduğu çarşı. Evine bir lokma ekmek götürmenin telaşı içinde olan insanların yorgun sesleri karışır çekiç ve örs seslerine.
Bazen çaycının sesi karışır çekiç seslerine” tavşankanı çay...” bazen bir yoksul boynu bükük bir sadaka bekler.
Ahmet Kaya keşif edilmemiş halen çarşının tek pikap tamircisi Neco ustanın dükkânından yayılır İbrahim Tatlıses’in teknolojiye karışmamış kadife sesi bazen çekiç seslerinin molasından yankılanıyor kulaklarda” ayağında kondura”
Marangoz Abdulgafur ustanın beşinci mesebinden olduğu sır gibi saklanır. Bazen Öfkeli sesi duyurulur” Lan oğlum Mehmet gel bu eşyayı eve götür Münevver yemek yapsın, sana da kesme sucuk versin” Demirci çırağı Mehmet hep eli boş dönerdi. Münevver teyzenin çocuğu olmadığı için belki çocuk sevindirme hallerini bilmiyordu. Eli Boş dönen çırağın mükâfatı Marangoz Abdulgafur ustanın verdiği 25 kuruştu.
Demirciler çarşısı öğlen saatlerinde kebap kokusu ve dumanı sarardı. Çarşının tek kebapçısı Koço usta yakmış ocağı. Bazen bir kebapla üç kişi doyardı. İşler kesat ise kuru fasulye üzeri pilav ve bir ekmekle iki çırak doyardı.
Annem elimden tutup demirciler çarşısına götürdüğünde 7 yaşlarındaydım. Çıraklık döneminde kalfalığa geçtiğimde tezgâha yetişmeyen boyum için ustam ayaklarımın altına meşe kütüğü yerleştirip öyle örse çekiç sallardım.
Kirkor usta çarşının gâvuru olarak biliniyordu. Kimse yüzüne söylemezdi. Çarşının çalışanları Fısıltı halinde Ermeni asılı olduğunu, Müslüman toplumunun korkusundan sonradan döndüğünü nüfusta adını Ahmet koymuş ataları dedeleri.
Hayat üniversitesidir demirciler çarşısı, inancın ve insanlığın merkezi. İyi bir usta sadece demire su vermiyordu. Örste demiri tava getirmiyordu. Çıraklarını iyi yetişmesi için elinden geleni yapıyordu bu sadece mesleki açıdan değil kişilik açısından da böyleydi.
Ben çarşının en şanslı çıraklardandım. Ustaların ustası babamız Ramazan Baran’ın kurduğu dükkânda ustam Sabri Baran, benim yaşlarımda olan kardeşim Enver Baran, ağabeylerimiz Sefer ve Rahmetli Ali Baranla çalıştım. Onlar benim ailemdi. Özelikle Sabrı ustam dürüst, emeğe saygılı paylaşmayı bilen, zor günde yanında olan bir ustaydı. Sabri ustam Temmuzun can alıcı sıcağında Ramazan ayında oruçlu halde ocağın önünde demiri ısıtıp, tava getirirken anlından boncuk boncuk ter damlaları bedenine akıyordu. Sabri usta yanında çalıştırdığı insanları kardeşi biliyordu onlara hep şu öğüdü veriyordu” önemli olan sizin iyi bir usta olmanız değil önemli olan, sizin iyi bir insan olmanızdır. Ailenize adil olun topluma adil olun, hakkınız olmayana el uzatmayın, yalan söylemeyin, borcunuza sadık olun, yani önce iyi bir insan olun sonra zaten iyi bir usta olursunuz”
Dışarıdan bakanlar bu çarşının esnafına farklı bakıyordular ötekiler diyorlardı. Onların kulaklarına giden sadece örse çakılan çekiç sesleriydi. Oysa çarşının çırakları o ustaların nasihat dolu sözlerini yüreklerinde his ediyorlardı.
Uzun bir aradan sonra dün gittim demirciler çarşısına çekiç sesleri teknolojiye yenik durumda. Ustalarım ekmek kavgasını inadına sürdürüyorlar. Ustam Sabri Baran’ın elini öptüm hayır duasını aldım.
Çarşıdan çıkarken gözlerim doldu eski mutlu çocukluğumu aradım. Yetim bir çocuğun edasıyla çarşıdan ayrılırken bir yanımın Süryani, bir kanımın yetim bir çocuk misali kaldığını anladım.