Birçok okurum yaşanan zulümleri biliyor. Ben ise sadece topluma çeşitli bahanelerle dayatılan DEDAŞ zulmünden söz etmek istiyorum.
Yaklaşık 35 yıldır Siverek’te gazetecilik yapıyorum. Yerel ve ulusal bazda bu kurumla ilgili çok sayıda haber yaptım. Eskimiş enerji nakil hatlarının şiddetli rüzgâra dayanamayıp yere düşmesiyle yaşamını yitiren vatandaşlardan tutun, sabah hayvanlarını pazara götürürken düşen enerji hattına basıp telef olan büyükbaş hayvanlara kadar pek çok olaya tanıklık ettim, fotoğrafladım.
Kesintilerden bıkan vatandaşların lastik yakarak protesto ettiklerini, enerji kesintileri nedeniyle siftah bile yapamayan esnafın yürüyüş düzenlediğini gördüm.
Enerji nakil hatlarının yer altına alınmasıyla birlikte sorunlar azaldı. Şehir merkezinde kayıp ve kaçak oranları düştü. Fakat buna rağmen kesintiler hâlâ devam ediyor. Her ne kadar eskisi kadar sık olmasa da, hâlâ kesintiler yaşanıyor.
Enerji yüklenmesinden dolayı vatandaşların evde kullandıkları elektronik cihazlar yanıyor. Tutulan tutanaklara rağmen, bu zararlar karşılanmıyor. Vatandaş başvursa da sonuç değişmiyor. Deyim yerindeyse, vatandaş ‘hava alıyor’.
Kırsal alanda yaşayan vatandaşlardan yüzlerce e-posta alıyoruz. Vatandaşlar adeta feryat ediyor... Bazıları, ürünlerini sulayamadıkları için mağdur olduklarını anlatıyor. “Lama hahooo...” diye isyan edenler var. Bunların feryatlarına kulak vermek lazım.
Durumunu belgeleyip fotoğraf atan vatandaşların bazıları, hastalarının elektrikli cihazlarla nefes aldığını belirtiyor. Bu kez “hahooo lımın...” diyerek isyan ediyorlar.
Enerji kullanımının bir insan hakkı olduğunu yazmaya gerek yok. Enerji olmadığında solunum cihazına bağlı hastaların ölüm riskiyle karşı karşıya kalacağı da aşikâr. Otuz beş yıldır bu konuda yazılar yazıyorum. Ama inanın, sonuç ne oldu, ben de bilmiyorum.
Enerji kesintilerinden dolayı bir tesisin tüm elektronik cihazlarının yandığını iddia eden bir akrabamın sitemi üzerine, DEDAŞ İl Müdürlüğü’nde basın işlerine bakan eski gazeteci bir arkadaşı aradım. Arkadaşımın bana söylediklerine dikkat edin:
“Bölgede kayıp-kaçak çok. Enerji yükünü kaldıramıyor. Dün bölgenizde on kaçak trafo yakalandı. Enerji kesintileri bundan dolayı.”
Yani dostum şunu demek istiyor: "Sizi cezalandırıyorlar!"
Yetkililere şunu sormak istiyorum: Kaçağı kabul edelim, kullanan hırsız. Peki, dürüst bir şekilde faturasını ödeyen çiftçinin ne günahı var? Solunum cihazına bağlı yaşayan insanın ne günahı var? Hırsızlık varsa, hırsızlığı yapanı cezalandırın! Toplumu cezalandırmak ne Allah’ın hukukunda var, ne de medeni Roma hukukunda!
Vatandaş olarak yetkili ve etkili kişilere şunu hatırlatmak isterim: Kırsal alana enerji taşıyan nakil hatları kaç yaşında? Benim bildiğim kadarıyla, kırsal alana enerji verilmesi işi rahmetli Turgut Özal döneminde başlamıştı. O günden bugüne, bu hatlarda bir yenileme yapıldı mı? Ben şahsen bilmiyorum. Bu eski altyapıda yüzde kaç kayıp-kaçak oluşuyor? Kayıp-kaçak hesabı yapan değerli mühendisler acaba bunu da hesaba katıyor mu, yoksa tek suçlu vatandaş mı?
Bu yazıyı kaleme aldığım gün, Şanlıurfa ve Mardin kırsalında zaman zaman 5 saat süren enerji kesintilerine çözüm bulmak amacıyla DEDAŞ yetkilileri, bölge milletvekilleriyle birlikte Şanlıurfa’da bir toplantı yapıyor. İnşallah bu sorunu sadece kâğıt üzerinde çözmeye kalkmazlar. Sahada gerekli yenileme yatırımlarını yaparak sonuç almaya çalışırlar. Aksi takdirde, vallahi de billahi de bu toplantı da boşa çıkar.
“Hırsızlık var, kesinti ondan oluyor” diyen her kimse, ona şunu söylemek istiyorum: Suç bireyseldir, toplum cezalandırılamaz. Bu, hak, hukuk ve adalete sığmaz!
Bir insan olarak sadece şunu talep ediyorum: Bu topraklarda, enerji kesintileri yüzünden hiç kimse “hahooo” demek zorunda kalmasın. Elinizi vicdanınıza koyun. Fahiş faturalarla vatandaşlardan intikam alındığını yazmayacağım. Benim derdim; dengesiz enerji yüzünden vatandaşların cihazlarının yanmaması, ürünlerinin toprakta kurumaması.
Başka bir yazıda görüşmek umuduyla...