Bu gün 14 Şubat sevgililer günü.
İlk âşık oluşumdan bu güne kadar, birçok aşklara, ayrılıklara ve birleşen yüreklere tanıklık yaptı gözlerim. Zamanla duyguların değiştiğini gördüm. Zaman namuslu sevdaları yutan bir canavara dönüştü. Sevgi ve aşk sözcükleri zamanla değişti. Leyla İle Mecnun ve yaşanan diğer sevdalar Kaf dağının ardında kalan, iyi yürekli edebiyatçıların uydurduğu hikâyelere dönüştü günümüzde.
Kızlar artık o kadar saf değil, iyi yürekli yağız delikanlılara gönlünü kaptırmıyor, tersine ya cebi şişkin ya da maaş bordosun rakamı çok sıfırlı olan erkeklere ya da kızları tercih ediliyor. İnsanı insan olduğu için seven kızların ve erkeklerine sayısı gün geçtikçe azalıyor.
( İki gönül bir olunca semanlık seyran) Olmuyor!. Tersine samanlıkta ki dikenler adeta kurşuna dönüşüyor kanatıyor en namusluk yürekleri. Yaşanan Aşklar saman alevi gibi tutuşup küle dönüşüyor sonra ayrılıklar ve yeniden çizilen yaşamlar ve biz kendi ellerimizle yaptığımız tüm ihanetlerin adını kader koyduk, öyle kötüleştik ki kendi ihanetlerimizi ve tercihlerimizi kaderin kalemine saydık. Kendimizi kandırarak işimize geldiği gibi inandık ve yaşadık.
Bu gün 14 Şubat Kuyumcular, çiçekçiler, parfümcüler bir cümle hediyelik eşya satıcılar ellerini ovuşturup âşıkları bekleyecek. Parası olmayan ya borç alacak ya da kredi kartına yüklenecek. Hediye alamayan sevgililer utangaçlıklarını gizlemek için çeşitli yalanlar uyduracaklar.
Yapılan tüm bu işler sevgi ve sevgili adına yapılacak. Oysa sevgi bu kadar ucuz olmamalı, hediyelik eşyayla ölçülmeyecek kadar büyük ve yüce olduğunun biliyordum.
Yanılmışım; zaman değişiyor. Hangi yan bakarsam bakayım ne ben o eski benim, nede yaşanan sevgi ve aşklar ölümüne yaşanan eski aşklara benziyor.
Bu gün daha iyi anlıyorum; beni bırakıp gidişinin ardından geçen 30 yıl boşuna ağlayıp boşuna yakmışım yüreğimi.
Ben her 14 Şubat'ta sadece sana gözyaşlarımı armağan edebilmişim. Hiç aklımda yokken iyi yürekli bir kızın gözlerindeki yalansız sevginin gücünden güç alarak, bir kalemin kırılışıyla 30 yılık yürekte ki sevda yangınını söndüre bilmişim.
Çok değil daha üç yıl önce bir 14 Şubat günü senin için yazdığım yazılar, halen internet ve gazete sayfalarının arşivinde duruyor. Tek bir fark var daha önce yüreğimde saklı olan bu yazılar artık beni ağlatmıyor.
"Yokluğun cehennemin öbür adıdır" der Usta şair Ahmed Arif. Benim için de yokluğun cehennemin diğer adıydı. Ve ben yokluğunda yanardım en çok. Şubatın zemherisinde hiç sevmedim sensiz Şubatları, biliyor musun? Ben Şubatları sevmedikçe hep sensiz üşüdüm aşkın en sıcak şubatında. Şubat'ta en çok karanfil çiçeklerini satan, çiçekçilere kızardım. Sensiz açan her karanfile düşmandım. Ben seninle sevdim karanfilleri. Sensiz karanfillerin rengi kana döner, gözlerimden akardı. Sensiz gözlerime çarpan her karanfil, cinayet sonrası caddelere dökülen, insan kanı gibi akardı, kalpsizlerin, vefasızların deryasına.
Ben sana vefanın ne demek olduğunu kavratamadığıma yanıyorum. Sen ne bilirsin sevgi yüklü vefadan, de git Allah'ın seversen naylon çiçeği, Oysa vefanın yanalız İstanbul'da bir semtin adı olmadığını çok iyi biliyordum. Vefa yüreklerde namus işçilerinin ördüğü taştan kale duvarıydı, emekti, beklemekti vefa bir yerde hasretlikti. Vefa bir yerde kavuşmak için geceleri yalnızlığı nakışlamaktı. Ve sen 14 Şubatı'nı yapmacık naylon çiçeği, sen nereden bileceksin Şubat gecelerinde gözyaşlarımın sensiz buz tutuğunu. Hayır, hiç boşuna yeminler etme. Ben seni bir şubat günü tüm soğukluğunla yüreğimde ısıttım, oysa sen kaçkın ve korkak bir duygu hırsızı misali aldın senden yana ne varsa bu yorgun yüreğimden. Ben seni İstanbul da Temmuzun sıcaklığında aramadım. Ben seni Siverek'in kara taş zeminli Küçelerinin kara kışında aradım. Ve kış hep yetim ve yalnız bıraktı beni, şimdi senden yana bir divaneyi avareyim Siverek küçelerinde...
Bak bu Şubat da geçiyor sensiz. Ne tuhaf değim mi? Eski günlerin anısına buğulandı gözlerim, içim yanıyor tırnaklarımla çiziyorum buğulanmış penceremin camına resmini. Çizdiğim hiçbir resim eski haline benzemiyor vazgeçiyorum seni çizmekten. O mahzun mağrur gülüşlerin kaldı mı ki, seni çizeyim? Hiç sanmıyorum. İyi biliyorum sen artık o saf ve mahzun esmer çayırlı kız değilsin! Gülüşlerin yalandan olmuş. Utangaçlığın ve arın ölmüştür şimdi.
Şimdi kitaplardan ezberlediğin aşk yalanlarını mı söylüyorsun, beni üç pul para bir de İstanbul denizi uğruna sattığın o adama? Bir zamanlar dudaklarınla öpüşmeyi günah bilen sen ve inadına gözlerimizle öpüştüğümüz sen halen cehennem korkularını yaşıyor musun?
Bir zamanlar günah sözcüğünü ağzından düşürmeyen sen şimdi hangi yalanların ve günahların ateşinde yanıyorsun.
Şimdi aldanıyor musun İstanbul kentinin neon ışıklarına? En önemlisi bir zamanlar uğruna ölümleri göze aldığın bu adamı hatırlıyor musun?
Nerede hatırlayacaksın ki senin için çarpan bu yüreğin ilk günün ilk sıcaklığıyla çarptığının. Bilmesen de olur. Yeter ki sen gülümse hayata, yeter ki ayakların taşa gelmesin ben senin yerine ağlarım. Yazdıklarımı da sitemime say. Biliyorsun yarın sensiz geçecek 14 Şubat. Bu Şubatta ellerini tutacak yabancı bir el. Bunu düşündükçe beynimden kurşunlanmış bir idam mahkûmuna dönerim. Tek tesellim senin hayatta olmandır.
Ben bilmediğin benim. Yaşarken ölüden farksız ben. İçimdeki sen olmasan çoktan bırakmıştım bu bedeni uçurumlardan aşağı. Senden yana bir şey var ta yüreğimin orta yerinde işte o beni sensiz yaşatır.
Tüm bunlar eskidendi, sen artık satırlarla yazılmayacak kadar bir hiçsin.
Hatırlarsan hep şunu derdik''ayrılırsa ellerimiz ölürüz biz''Nede çok yalancıymışız. Otuz yıl oldu ayrılalı, hani ölmedik ikimiz.
Kendi hesabıma kırdım kalemini, bir daha senin için şiirler yazmayacağım, bir daha sensiz açan güle kızmayacağım.
Ve sen olmadan da yaşanacak baharlar.