Sevgili dostlar; hep merak etmişimdir, acaba eğitim düzeyi yüksek, gelişmiş toplumlarda, bizim toplumda olduğu kadar dedikodu var mı dır?
Bu konuda elimde araştırma verileri olmadığı için ben, tanık olduğum dedikodu biçimi ve dedikodunun yapıldığı yerleri sizlere anlatayım kararını siz verin.
Bulunduğum yer Harran Üniversitesinin bahçesi. Buraya son nefesini vermek üzere olan insanlar gelir. Her gün mutlaka bir cenaze abrası yanaşır. Acilin kapısına bazen üç tabutlu cenaze arabaları gelir.
İçerde her an Azrail'in misafir olacağı yoğun bakımdaki yakınlarından iyi haber umuduyla bekleyen hasta yakınları.
Benimde aralarında bulunduğum hasta yakınları üniversitenin bahçesini gece Harran palas gündüz ise bekleme salonu yapmışız.
İnsan çeşidi çok, ağlayan, yakınından iyi haber bekleyen, her an ölüm haberi gelecek telaşı içinde bir sağa bir sola heyecanla yürüyen insanlar.
Hasta yakınlarından başkada insanlar dönüyor hastane bahçesinde. Küçük bir çocuk yanaşıyor yanıma ağlamaklı bir sesle ''Ağabey babam içerde hasta benim sırrına gitmem lazım! Bana 1 TL para verebilir misin?'' üstü başı temiz çocuğa inanıp cebimden 5 TL çıkarıp veriyorum. Çocuk güneş yüzü görmemiş dualar ederek yanımdan uzaklaşıyor.
Aradan on beş dakika geçmeden o çocuğu başka insanlardan para isterken görüyorum. Sonunda işi anlıyorum, yaşı küçük olsa da insanların duygularını sömürerek para kazanan bir dolandırıcı.
Harran üniversitesinin bahçesi duygu sömürüsüne müsait, bazı insanlar bu fırsatı iyi değerlendiriyor, her on beş dakikada bir dilenci hastanıza dua ederken avuç açıyor. Bizde kiminin parası kiminin duası diyerek parayı avuçlarına basıyoruz.
Farklı insan manzaraları yaşanıyor. Ben ilk kez bu kadar çok bayanın sigara içtiğine tanık oluyorum. Şehirlisi, köylüsü hiç fark etmiyor, şehirli kadınlar bahçeye gelir gelmez sigaralarını paketten çıkarıp yakıyorlar, köylü kadınlar ise bir torbanın içinden çıkardıkları kaçak tütününü sarıp içiyorlar.
Üniversitenin bahçesinde, bir mahkûmun matlada volta atışını hatırlayarak bende tespih taneleri gibi adımlarımı sıralayıp volta atıyorum.
Telefonda bağırarak konuşan bir adam dikkatimi çekiyor. Adam karşıdakine anlatıyor ''Ağabey vallahi billahi babam yoğun bakımda, babamı böyle bırakıp pamuk desteklemesini gidip alamıyorum. Aldığımda haledeceğiz size söz çocuğumun başına ki doğru söylüyorum'' Adam telefonu kapatıp kendi kendisine yüksek sesle konuşuyor ''Ya bu insanlık değil bu dostluk değil, ölmüş insanlık''
Çok geçmiyor, yaklaşık 20 dakika sonra. Aynı vatandaşa tekrar telefon geliyor. Adam bu kez daha yüksek ve ağlamaklı bir sesle benzer cevap verip yeminler ediyor. Adam telefonu kapatır kapatmaz bir çocuk gibi ağlıyor. Yanına yaklaştığımda, ben sormadan anlatıyor ''Ya insanlık ölmüş, kirvelik ölmüş kan su olmuş, babam yoğun bakımda ölmek üzere, kirvemizden gübre almış adam anlamıyor parasını istiyor, anlatıyorum adam illaki paramı vereceksin diyor'' Üzülme dedim ölen yalnız kirvelik olsa yanmam insanlıkta yoğun bakımda can çekişiyor!
Bir gün sonra o vatandaşı cenaze arabasının yanında ağlarken gördüm. Babası kirvesine borçlu ölmüştü. Merak ettim borcunun yoğun bakımda ki adamdan isteyen tüccar kirve hangi yüzle kirvesinin taziyesine gidecek.
Aynı gün elinde bantlar sarılı, bir eli karın bölgesinde olan, yüzü kir pas içinde, üzerinde ki elbiseler günlerce yıkanmamış bir çocuk, Kürtçe bağırıyor ''ava buze…ava buze..'' Yanıma çağırdım hani buzlu su diye bağırıyorsun su satmıyormusun? Sonra anladım çocuk içmek için buzlu su istiyor. Çocuğun ameliyatlı olduğunu öğrenince çocuk cerrahi servisine götürüyorum. Meğer afacan kaçmış kimsesi yok, köyde at çifte vurduğu için bağırsaklarını patlatmış. Sağlıkçıların anlatımından anlıyoruz iyi ki soğuk su vermemişiz yoksa ölümüne neden olabilirmişiz!
Ölümle yaşamın arasında bir koridoru andıran hastane bahçesinde bir çok dedikodu yapan insanlara rastladım, en çok kadınlar dedikodu yapar diye duymuştum, bu fikrim bura da değişti, erkeklerde en az kadınlar kadar dedikodu yapıyor. Kimisi yoğun bakımda olan kardeşini çekiştiriyor, kimi babasının kendilerine babalık yapmamasına rağmen bu gün babasının yanı da olduğunu söylüyor, kimi günlerdir hastane de yalnız kaldığını hiçbir yakınını kendisine uğramadığından yakınıyor. Tüm insanların ortak fikri bu dünyanın boş olduğunu, sağlıktan başka hiçbir şeyin değerli olmadığı fikriydi.
Buna rağmen paranın kirli yüzü insan ilişkilerine tamamen yansımış. Dedikoduların ana kaynağını ise maddi çıkarlar oluşturuyordu.
Bahçede hemen yanı başımda sigaralarını tüttüren, iki yaşlı Urfalı kadının sitemleri kendilerine bakmayan çocuklarıydı.
Sigarasından derin nefes alan yaşlı kadın diğerine anlatıyor "Oğlum evlenmeden bana düşkündü, her sabah işe giderken gelip elimi öper hayır duamı alırdı. Kazandığı parayı bana getirir evin ihtiyaçlarını karşılardık. Oğlanı evlendirdim sanki evime ateş düşürdüm. Gelin ile anası oğlumu benden ayırmak için muska yapmışlar, oğlan anası olduğumu unutmuş biye ne para veri ne de hatırımı sori. Gelin beni çatlatmak için elinden geleni yapi, oğluma dedim teyzen hastalanmış bana para ver gidip sorayım bana para yok diyor. Gelin beni çatlatmak için merdivenin başında, oğlana seslendi. "Mamey akşam gelende biye fıstık getir azıcıkta fındık olsun canım çeki" sırf biye gıcık olsun diye söyli biliyem, canı cıksın domuzun kızı''
Diğer kadın söylenenleri onaylayıp aynı dertten kendiside yakınarak şunu söylüyordu. "He anam he ne edep kalmış ne hayâ, kaynanaların zalim olduğu devirde gelin olmuşuz, gelinlerin zalim devrinde kaynana"
Tüm olumsuzluklara ölümlere rağmen yarın güneş yeniden doğacak ölenler ve doğanlar bu günde olacak.
NOT BU YAZI: 12 HAZİRAN 2012 TARİHİNDE KALEM ALINMIŞ…