Ruhum hangi hançerin paslı ucunda takılı kaldı?
Bütün renkler siyaha boyanmış... Gökyüzümün mavisini kirli bir silgi silmiş. Bu silginin izi var artık gökyüzümde; gri bir renk. Yağmuru taşımayı unutmuş bir bulut gibi.
Sahi birde tebessümlü yüzüm mü vardı bir zamanlar?
Çehrem, mezar başında annesini kaybetmiş ağlayan bir çocuğu izleyendir.
Birde dilim mi vardı?
Dilim, Karacadağ taşlarıyla yapılmış çıkmaz küçüklerin çıkmazında dolaşır; harfsiz, kelimesiz ve sessiz...
Gözlerim?
Gözlerim, güneşin izini kaybedeli yıllar olmuş. Renk sorsan bilmez. Bir tek bildiği kapkara siyah bir umutsuzluktur.
Yarın mı?
Yarın, yarına dair bildiği bütün çocuklar doğmadan ölmüş.
Çayın dumanı mı?
Oda ne? Bir bildiğim sigaramın dumanı var odamda.
Sahi nereye gidiyordum ben?
Kaç zamandır varım ben?
Yaşımı unutalı zamanlar olmuş meğer.
Farkındayım kendimden söz etmeye başladığım an siyaha boyanır kağıt.
Keşke bende çocukluğunu hatırlayanlar gibi " ah ne güzeldi çocukluğum" diye bilseydim. Sahi çocukluk da ne?
Biraz yolu ben de yürüseydim ne olurdu ki, hep siyah tekerler ve arka koltukta bir hastaymış bir bilmezmiş ve bir çaresizmiş gibi hep sürüldüm yollarda.
Hiç olmasa keşke biraz kendime yol verseydim...
Sevinçlerim hep arafede kaldı. Hiç bayram görmedim...
Gözlerim her akşam, akşam ezanında umutsuzca sokaklarda elleri boş döner.
Kalbimdekilere bir çocuğun sorularına cevap olacak kadar teselli değildir cümlelerim.
Akşam ezani ile başlar dönüşler...
Bense yine kendime bile dönemeyenim.
Kalbim çocukluğunda hiç saçları okşanmamış bir çocuk gibi.
Kalbim daha kaç zaman sessizce ağlayacaksın.
Sevinç ne miydi bende?
Fakirin umudu gibi işte. Yalnızca bir umut işte.
Seni meraklı çocuk! Öyle etrafına bakma, uyumuş bütün yolcular.
Görünenler yarin şehri değil, Gökyüzünde isteksizce yanan bir yıldızdır, Kanma ona.
Üstüme ve önüme hep sonbahar yaprakları düştü. Tomurcuklara, filizlere dair hiç umut olmadı. Etrafım hep sis...
Keşke yalnızca arkamda bırakaydım sonbahar yapraklarını.
Gece?
Gece bitmeyen bir yolculuktur.