Ruhum kapı dışı fırladı. Saat gündüzün karanlığı. Yelkovan-akrep 00.00'da. Bir kara haber gibi kuşatıyor saatin takırtıları. Bütün ışıklar üstlerine yorgan çekmiş. Gökyüzü bütün düğmeleri iliklemiş. Işığını vermemek için kara bulutları da çekmiş. Güneş karanlık…
Gündüz vakti, ay aydınlık… Yıldızlara bakıyorum, ikindi saatinde. Gözyaşlarım bulutlardan inenleri ıslatma çabasında. Yağmurlar kuru. Bulutlar yönlerini bulmakta başarısız bu dağlarda.
Dökülüyor yapraklar… Her nefeste yuvadan uzaklaşa uzaklaşa. Yemyeşil yapraklar. Toprağa değmiyor yapraklar. Her düşüş topraktan uzak… Rüzgâr uykuda. Yapraklar havada uçuyor bi haber. Sesi yok rüzgarın çığlık çığlığa uçuşan yapraklara. Zaman geçtikçe ümidini kaybediyor yapraklar. Çaresiz çığlıklarla kayboluyorlar…
"Ruh kayboluyor…"
Kanatlarım yaprak sarısı. Dalımda değilim biliyorum. Kaldırımları, sokakları geçerek bir uzun yol boyunca süzülüyorum.
Arkamda bıraktıklarım; Şehir varoşları, lüks boş binalar. Sokaklarında kendi elleriyle katledilmiş ölüler. Yarınları, işlenmeye hazırlanan cinayetler. Hiçbir ruha rastlanmayan yollar. Ellerde şiddet romantizmi. Çocukların yanakları kıpkırmızı, tokat izli. Gözlerde idam sahnesi çizili; tabura ve ip.
Üşüyor temmuz…
İyi olan ne varsa, mezarının izleri bile kalmamış sineler kaldı ardımdan. Burada aynalar boşalmış. Aynanın karşısına çıkan aynada kendini görmez çünkü aynada şeytanın kendisi suratına bakar.
Fakirler, ihtiyaçlarını kendileri almazlar yüzlerine atılır; çünkü amaç utandırmaktır.
Günahkarları mı soracaksın? Evet orda ki günahkarlardan da bahsedeyim: Günahkarı yoktur buranın, paran varsa yaptıkların hiç kötü değildir.
Müziği mi soracaksın? orada ne dinlenirdi diye. Her sokakta Mozart.
Garda bekleyen kimseler yok. Ne bir umut sesi gözlerde, ne de bir tren sesi. Raylar sessizlik yüklü sabahlara doğru uzayıp gidiyordu.
" Ey Ruh sen dönmeyi düşünüyor musun."
Ha ha... Ben hep uzaklarda yaşamıyor muyum zaten. Bir uzaktan diğerine dönmek neye yarar?
Konuşurken birden anılarıma kaydı yolum; Karacadağ yaylalarında kuşlarla geçirdiğimiz serin rüzgarlı zamanlar, sessizce konusan ve beni her yere sırtında götüren vefalı eşeğim, dost edinmeye alıştırmaya çalıştığım köpeğim ve peşinde koştuğum kuzularım...
Hepsini pencere kenarında seyrediyormuşum gibi canlı canlı... Hiç yorulmadan, bıkmadan ömrümce bakabileceğim bir görüntü bu...
"Niye cocuklugunu anlatmaya başladın? Ben ruhunun fırlatıldığı o yere dönmek istermisin, diye sormuştum. Hem sende oradan bahsediyordun. ne oldu ki simdi?"
Dogru dersin. Ama insanın güzel yüzü hep güzel görüntüye bakmak, onu anlatmak ister. Benim de bundan olsa gerek, birden Çocukluğuma kayması yolumun.
Anlatmaya devam edeyim madem; maskeli sehirlerden: burada; yağmurlar fırtına için siddetlenir. Gündüzler hep üşür güneşin kollarında. Ağlayan cocukların sesi duyulmaz. Bahcelerinde dikenden başka bir seyler yok. Sarmaşıklar her şeyden uzak. Tren yolculukları unutulmuş. Bütün sesler yorgun.
" sokaklarında hangi müzikler yankılanır? "
Sözlerinden hic bir yük olmayan görülürler var elbet. Eğer kitaplardan soracak olursan lütfen sorma. Ruhumun aradığı yer. Hic yok o diyarda kitaplar. Ruhum aradığı iki kap arası. Araftayim(z).