Bir çocuk, yağmurların yağmadı o ülkede yaşıyordu. Her sabah yağmur damlalarıyla karşılaşırdı uyandığında. Çıktığı sokakta her adımında Yağmur damlalarının bıraktığı izler ile ıslanırdı. Nasıl da ıslak yürürdü o tozlu kaldırımlardan…
Önünden geçtiği kahvelerden çıkan okey taş seslerine ve kuru kalabalıklara kulaklarını kapatıyordu. Evet, bu seslere karşı koyabiliyorduk. Ancak yağmur damlalarının izlerine karşı koyamıyordu ve kalbi hep Sırılsıklam olurdu.
Bu çocuk nasıl bir hikâye yazıyordu?
Aklındakiler, kalbindekiler ve ellerindekiler apayrı şeylerdi... Bu Çocuğun adımları gayet düzgündü. Aynı zamanda gayet doğru ve düzenli bir yürüyüş de vardı. Bu görünen düzgün bir hikâyeydi. Ancak aklı ve kalbi hiç de öyle rahat ve düzgün değillerdi. Kalbi, bir sabah güneşle yürürdü başka sabah toprağa giderdi sessizce... Mırıldandığı şarkılar da karma karışıktı; bir Can Bonomo söylerdi sonra bir bakmışsın Mahsuni Şerif'in "Nem kaldı" şarkısını söylerdi...
Yağmurların yağmadığı o ülkede bu Çocuğun başına yine de yağmurlar yağardı… Yağan yağmurlar yine de kalbini ıslatmıyor da işte.
Ermiş Çocuk durup derdi ki: " hem hangi kış yağmuru bir çiçeğe dokunmak için yağmış ki" ardından kızıp anlamsızca bağırıp: “Sen böyle güzelsin Ey çiçek! Niye kış yağmurlarından ıslanmıyorum diye gidip güzelliğinle oynuyorsun? Sen böyle güzelsin İşte. Ey Çiçek, bırak kış yağmurları dokunmasın sana.
Ve ardından susardı erimiş çocuk... Dönüp dolaşıp yine kendine çatardı:
"Niye bu kalbim kâğıtları ıslatmıyor?
Niye bu mısralarım o çiçeğin tenine dokunmuyor? "
İçinden zamansız zamansız sorular sorular sorular sorup dururdu.
Ermiş çocuk uyandırdı birden. Evet, Uyuyamadığı uykudan uyandırdı. Artık zamansız zamandı her şey Onun için.
Yine o koridorda durmuştu. Durup gitmek istemediği o koridorda; anılar, şarkılar, heyecanlar, kağıtlar ve kalem vardı.
Birde çay varı…
Dışarıda yağan yağmura bakıyordu. İçinden yağmurun toprağa kavuşması gibi çayın ölü bedenine can vermesini, üşüyen kalbini ısıtmasını arzuluyordu...
Ve sessizce: “Keşke kalbin bu çay gibi hep kalbimi böyle sarsaydı… Keşke hiç keşkeleri yazmasaydı bu kalemin...” diyordu.
Ermiş çocuk, her Koridor görüşünde, zamanın insanları merdivenlerden aşağı indirdiği gibi eriyip gidiyordu.
Farkındaydı bu sandalyesiz koridorların hiç de konaklama yerine benzemediğini. bir konma yeri olmadığını. Ancak yine de burada açardı güneşi, çiçeği... Burada çarpardı kalbi…
Issız, duraksız, zamansız bir yerde yer edinmişti kendine.
İnsanların geçtiği,durmadığı koridorlar Onun için bir yurttu bir dünyaydı artık...
Her şeye rağmen koridorları bilirdi de.
Ermiş çocuk koridorlarda yaşardı. Dolayısıyla Hikayesinin dahasını nerede oturup yazabilir diki.
Sönmeyen bir ışık olsan keşke…
Bir tek koridoruma düşsen.
Yalnızca bir ben görsem.
Bir tek senin ışığınla yaşasam.
Seninle hep var olsam,
Seninle hep biz olsak...