Yürüyorum sabahın erken saatlerinde yağmurun ıslattığı sokaklarda. Bir Nisan sabahı. Üstümde kıştan kalma bahara girme modunda bir hırka ve altta tişört. Tıpkı ruh halim gibi. Bir yanı güzel özlenen duygusu bir yanı kavurucu özlem duygusu. Ruh halim birden iki ayrı mevsimde. Özlem ne güzel şey bahar gibi diyorum bir yandan da ne soğuk şey yokluğun kış gibi.
Adımlarımın yastığı yok, uykusuz ve huzursuz kaldırıma koyulduğu her an. Yağmurlar kaldırımları ıslatmaz. Adımlarımın üstüne küf kokusu sinmiş, mevsim sanki bitmeyecek olan beşincisinin ortası. Hırkam kıştan, tişörtüm son bahardan. Bense beşinci mevsimden kalmayım bu kaldırımlarda. Burada;
" Adımlarım yastıksız
Kokum küf
Beşinci mevsimden kalmayım "
Gözlerim bir sabahçı kahvesinden çıkar; uykusuz. Doğan güneşe inat son bakışların ışıklarını en sıcaklığı ile tutmak ister. Senden bana bir hatıra bu gözlerimdeki sana son bakışım. Kalpteki korkuların sesine bir cevap. Kalp korku ile “ya gelmese” der. Gözlerim ise; “gitsen bile bu hatıran kalsın” der. Seni yaşatacak bu gözlerdeki diye mırıldanır."
Gözlerim bir sabahçı kahvesi "
Anlat gözlerim
Uyuma anlat onu "
Bu kaldırımlarda yürümekten yorulmayacağım. Yürüyeceğim şarkılarla. Yollarımda şarkılar söyleyeceğim yağmurları ıslatan. Şarkılar söyleyeceğim bulutları ağlatan. Ölü kaldırımları okşayan heyecanlar getireceğim, yarıda kalmayacak adımlar ile ....
" Bu kaldırımlarda
Şiirler, türküler
Yasta "
Bu yolları geçerken güneş tutulması yaşıyor yüreğim. Üstüne bastığım kaldırımlar güzelim şarkılara ve şiirlere duyarlı olacak kadar ince değiller. Solumda yürüyen biri, sadece gören bir kişi: “ Toprak kokuyorsun” dedi. Sonradan öğrendim ki oda yol soranlardan biriymiş.
Yine bana dedi ki: adımlarını bu kaldırımlardan çek. Durgun bir gölün ortasına at adımlarını. Sudur sana yumuşak olan. Ancak su sesini duyar. Ve yine ekledi:
Ey yabancı, bu kaldırımlar yolun değildir. Çünkü bu kaldırımlarda yaşlanmaz aşklar. Ey yabancı, ihtiyar ermiş birine benzersin. Git buradan.
“Az gerinin berisinde kendi kendine konuşan ermiş çocuk.”
Kaldırımlar taşlarını mı sayıyorum yoksa adımlarımı mı? Bekli de hiç biri. Sadece kendi kendime konuşuyor olabilirim de.
Kaldırımlar: “yolcu!” diyor bana, kurşun gibi sert sesiyle.
Ürperiyorum. “Ben yolcu değilim.” diye haykırdım. En derinlere uzanıp ellerimi enseme atmış, tam orta yerinde otağımı kurmuşum. Değilim yolcu.
Ah! Kaldırımlar! Kaldırımlar! Kaldırımlar! Böyle haykırdı ermiş çocuk, iç çekti ve titredi; kaldırımlara söyledi; Deruni’ye gir-gör de gülleri, kelebekleri, Karacadağ ırmaklarını ve dağlarında oturanı bil. Baharı gör. Sesin(m)i duy.
Solumda yürüyen kişi birden ortaya çıktı ve dedi : Ey Ermiş Çocuk, burası soğuk kaldırımlı yollar; burada hiç sana ait olan bir şey yoktur. Konuşma bile. Yoksa her şeyini kaybedersin. Burası Deruni’den gelenler için cehennemdir. Sıcak tenden gelen kokular dondurulup dondurulup yok edilir. Bütün kokusuzluklar ve duygusuzluklar burayı yol edinmiştir.
Burada yalnız kalabalıklar yığını geçer. Yürekleri sürekli dolu ve sıcak olanlar yoktur. Burada avuçlarında en kıymetli şeyleri taşımak ayıptır. Bu kaldırımlarda ellerinde kuru toprak ve yüzlerinde maskeler yürür açıktan.
Ey Ermiş Çocuk, etraftaki seslere asla kulak verme. Ahenksiz sesler gürültüsü var. kapat kulaklarını buz ellerden masalara çarpan okey taşların sesleri incitmesin fıtratını. Oturanlar diyorum kendini zamanın akıllı çocukları sanan zavallılardır. Bu köşelerde ellerinde bu taşlarla yüreklerine vururlarda, içindeki çocuk ölsün diye. Evdeki narin hanımın notalı gelen sesi detone olsun da kulağa ağır gelsin de susturayım diye kendi içindeki kulağı öldürüyor.
Ey Ermiş Çocuk, bunlar için söyleyeceklerim daha çok var ama burada konuşmak ayıptır doğru sözü. Ey Ermiş Çocuk sen var kal Deruni’nde. Hem seni orda yalnız bırakanında olacak durma git. Git o mabedine. Yalnız kal onunla.
“Korkma
Mabedin gitmemiş
Sende onda hep kal.”