Sevdiğini sananları gördüm, kendilerine yabancı, kendilerine garip... Hiç başlayamadıkları bir yolun yolcusu gibiydiler. Ne mola verebilecekleri bir istasyon ne de varabilecekleri bir yer vardı. Ruhlarındaki çelişki yüzlerine yansımıştı. Birbirinin aynı olan bu insanlar arasında yabancıydım ben. Ben aralarına hiç giremiyordum. Sanki aynı dili konuşmuyormuşuz gibi. Tek kelime konuşmadım onlarla. Farklı çağlarda yetişmiş, farklı kültürün çocuklarıymışız sanki. Farklı coğrafyalarda doğmuş, farklı pınarlardan su içmiş, farklı mevsimlerin yağmurlarıyla ıslanmış, farklı baharlar yaşamış, farklı sesler duymuşuz gibi... Ve nerde yollarımız çakıştıysa bilmem ama aynı yola girmiş bir yolun farklı yolcuları gibi, bir yolculuk...
Öyle bir yol ki; Ne bir sığınak(kalp) ne bir sıcaklık(duygu) ne bir hancı(his)...
Koyu, gri bir havanın hakim olduğu o yolda ne bir yıldız gördüm, ne de bir tek yağmur damlası düştü yere. Ne de sıcak vardı, ne de soğuk. Çatlak, çıplak bir betonun üzerinde oturuyorduk. Adımlarımız binlerce kilometrelere gider gibi uzanıp gidiyordu. Yol önümüzde ama mili metrelerce mesafe bile alamıyorduk. Ve yeşile dair hiçbir şey görünmüyordu.
Yol boyunca binlerce kişi katılıyordu bize. Bu amaçsız insan kalabalığı çoğaldıkça çoğalıyordu. Ses yoktu, gülüş yoktu sadece nefes almaya odaklanmış insan kalabalığıydı bu. Hz. İnsan yoktu.
Ben, içimde çoğalttığım sesimi. Bir mutlu yüze sakladığım gülüşlerimi, dışarıya vurabilmek için çırpınıyordum. Ama hiç kimsenin yüzü, o cesareti vermiyordu bana. Bu bıktırıcı, bu tekdüze adımların atıldığı yoldan başka bir seçenek olmalıydı mutlaka.
Sonra hiş varılmayacakmış kadar uzakta, bir güvercinin havalandığını gördüm. Bir umut yakalamıştım sonunda. Hızlandırdım adımlarımı. Sıyrıldım kalabalıktan. Koşmaya başladım. Güvercine yaklaştıkça gri havanın dağıldığını, güneşin sarı ışıklarını, çiçeğin her rengini gördüm. En sonunda da s(b)eni...
Orada, küçük ama yemyeşil bir çayırın ortasında öylece tek başı(m)na oturuyordu(m)n. S(b)enin biraz öte(m)nde hava kurşun gibi griyken s(b)enin başındaki gök masmaviydi. Ve s(b)en o maviliğe dikip gözlerini çok uzaktan gelecek birini bekler gibiydin, yanı başındakine.
Ben gördüklerimin şaşkınlığıyla karşı(m)nda kıpırdamadan duruyordum. S(b)ense hiç şaşırmamıştın. Yüzüme bakıp sadece, hoş geldin, dedi(m)n. Ve o ses, yeniden hayata döndürdün beni. İstem dışı bir gülümseme yayıldı yüzüme. Yüreğimin atışının hızlandığını, tenimin ısındığını hissettim.
Az önce terk ettiğim(n) o kalabalık yanımızdan geçip giderken biz el eleydik artık. Bir sevdanın iki ortağıydık. Şimdi içimde çoğalttığım sesimle haykırıyorum herkes duysun diye. Hiç kimse sevdama s(b)enin kadar yakışmadı ve sevdamı hiç kimse benim kadar yaatmadı...