Ey güzel karanlık! En güzel aydınlıklar sizde. Yalancı aydınlıklar yoktur sizde. Size, hiç ulaşamaz yalancı, sahte ve geçici gözler. Zamanla sönüp gidecek olan ışıklar; arkasında sizi hüzünlü bırakıp gidemez.
Ey mutlu karanlıklar, ne de güzelsiniz… Elinizi havada bırakıp gidecek kimse yok. Seher vaktinde beklediğiniz de yok. Ne kadar da aydınlıktasınız; geçmek bilmeyen geceniz ve gelmek bilmeyen sabahınız yok. Ne çok isterdim siz gibi aydınlıkta yaşamayı ey karanlıklar. Sabahın uyandıramayacağı en güzel aydınlık sizde. Ne çok isterdim sizde kalmayı… Sizde, yolunu kaybetmiş karanlıkta kalacak yolcu yoktur hiç. Sizde, arayan veya kaybolan da yoktur. Ne çok isterdim kendimi bulmayı. Ey bulunmaz kayıp.
Siz seyyahlara acırsınız; hep arar dururlar diye.
Vuslat hasreti çekene, ne dersiniz ey karanlık? Onları bilmezsiniz dimi? Sizde olmayanı nerden bileceksiniz ki; ayrılık yoktur ki sizde.
Ya hasret çektiğiniz koku, o sizi hiç boğar mı? Nefessiz bırakan, şiddetlerin en şiddetlisiyle nefesinizi kesip; cennetin bağrından gelen ve cehennem ızdırabı yaşatan o koku. O koku; huzur veren ve soldaki bahçeyi kurutan rüzgâr.
Ey zifiri aydınlığım... Bu yalancı aydınlıklardır, sana hasret bırakan. Bilirim. Sana gelen bütün yollarda kandilimi söndürendir bu ışıklar. Beni yolundan alı koyandırlar. Umut ateşimi söndürendirler bu aydınlıklar.
Ey zifiri aydınlığım… Bitmek bilmeyen gecelerin aydınlığına, bizi bırakandır bu aydınlıklar. Ve her sabahın en kuytusuna bırakandır yine. Sabahın sabahı olmazmış ey zifiri aydınlığım.
Ey güzel karanlığım! Sen olmasan yârin gölgesini kim gösterebilir ki: her ayın on beşinde. Sen olmasan bu gözler nasıl görürdü o ay yüzlünün uzaktaki yüzünü. Ey dilber! Ne de güzel kusur işlemiş bu karanlık, senin o yüzünü Ay’a yansıtarak.
Ey güzelliğin gölgesini aya bırakan, Ey dilber, biliriz kusurumuz büyüktür ay ile bakmak sana. Ancak bu fakire de bu kadarı pay düştü. Ey güzelliğin gölgesini aya veren.
Ey zifiri karanlık! Bu fakir dua etse, gece gündüz secde etse, yalvarsa yakarsa, dilenciniz olsa; tek bir an için burnunuzun dibinde gecelese. Ne çok şey bahşetmiş olursun bu kulunuza.
Kelebekler gibi pervane olup dibinin karanlığına düşse; ne de büyük ve güzel ölüm olur bu faniye. Sonsuz kalsa o düşüp kaldığı karanlıkta, mabette.
Ey zifiri karanlık mabedim… Her kaçış yine sanadır. Bin adım koşabilsem keşke bir adımla sana. Heyecan ve hüzün hep sensin. Seninle olan daha hangi karanlıkları bulacak ki? Ey üstüne daha doğacak bulunmayan karanlığım, mabedim, kutsalım. Cennettekileri isteyenlerden değilim; ne yapayım ben oradakileri; sen varken. Ey cennetin kendisi.