Sabahları her uyandığında: "sesini duyuyorum" derdi. Arkasında bıraktığı bütün geceleri yoksuldu. Duyguları, tenha vagonlara biner ve özlemin yolunu tutardı… Bedeninde taşıdıkları öyle bir ağrıdı ki; pazar kalabalıkların içinden geçtiği zaman bütün sesleri bastırırdı. En kaba ve ağır sesler dahi küçük harflerle fısıldardı. Öyle bir geçerdi ki dağlardan da ağır olan ağırlığı ile şiirden izler bırakırdı. Keman sesi kadar güzel nağmeler duyururdu etrafına.
Bir yanı hüzün bir yanı bayramdı. O da bütün bu tezatlıklara şaşırırdı.
Bir elinde çay bardağı vardı. Çayını yudumlarken diğer elini gördüğü kitaba uzatmaya çalışıyordu ancak kitabı tutamıyordu. Avuçlarındaki cümlelerin kelimelerine dokunamıyordu. "kelimeler Kurşun..." deyip gözlerini kapatıyordu.
Gözlerini kapatırken bu seferde içine açılıyordu göz kapakları. Ve karşı karşıya kalıyordu;
" O hedefi tam isabet bakışların
iç çekişleri yüzünü çevirişlerin
gülüşlerin,
sol yanımı bir çocuk yapan
tebessümlerle...
Uzaklaşıp uzaklaşıp yine aynı yere geliyordu. Her silgiyi eline alışında; sanki 5. sınıfa giden çocuğun elindeki silmeyen bir silgiydi bu. silgiyi ne kadar sürdükçe daha derin izler bırakıyordu...
Anlamıştı sanki hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını. Ve;
Yazılanın
Silinemeyeceğini
biliyordu.
Yağmurun yağdığını görünce, pencereden baktığın zaman; yağan yağmurun içinden geçerek daha net görünüyordu "bir şeyleri." Havalar bir ibreti. Bunu iyi biliyordu. Dışarıda görünenlerin birçok şeye işaret ettiğinin farkındaydı. Yağan yağmurdan da kaçışın olamayacağını da.
Yüzünü çevirmek gözlerini kapatmak hiç de kolay değildi artık. Çünkü yüzünü çevirdiği her yerde O'nun aydınlığı vardı. İçine düştüğü her kuyu, O'nun suskunluğu ile doluydu. Bitmiş gibi görünse de bütün yollar yine O'na götürüyordu O'na...
Ve içinden yağmurları delip geçen yüksek bir sesle;
"Yukarılarda bir yerdesin
seni hep
en Yükseklerde görüyorum." diyordu.
Bir sonbahar sabahıydı;
Dudakları sanki son bir kez bir şeyler söyleyecekti. Göz kirpikleri son defa kavuştular. Gözbebekleri öylece bir noktaya sabitlenip kala kalmıştı. "Bu artık bir sondur" diyorlardı Onun için. Fakat çıplak gözle görenler yanılmıştı. Çünkü O, üstüne atılan toprakla zaten birdi. Öylece bakan gözlerini kapat annelerine, kalbi, Yunus gibi şunları söyledi;
"Bu dünya ol ahiretten içeri
Âşıkın yeri var kimseler bilmez
Yunus öldü diye sela verirler
Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez"