Suskundu…
Dışarıda sessizlik vardı. Sesi kısılmıştı. Yüzünde telaş mı vardı ne?
“ Anlatsana… Susma öyle! Konuşursan belki iyi gelir. Sitem dahi olsa.
Sert bir yüz ifadesi “ daha ne anlatayım” dedi sanki.
Soğuk bir rüzgâr dalgalanıyordu yüzünde. Her bakışımda, yüzünden bir şey çarpardı yüzüme. Parlayan bir şey bu. Bildiğimiz anlamda aydınlatan, güzel, olumlu bir parlaklık değil; yakıp-yıkan bir parlaklık, Şimşek gibi.
Yinede her şeye rağmen görebiliyordum yüzünü. Yüzünün; o güzel duruluğun, hayat dolunun, neşenin yerini hüzne bıraktığını.
Yüzünün hüzün dolu olduğunu görüyorum. Bu hüznün içinde de sevda öyküsü gibi mahzun. Yağmurda ıslanmış serçe gibi yaralı…
Bakıp bakışıyla: “Bilirsin, serçeler çok narindir.” diyordu.
Yüreğim parçalanıp savruluyor… Bir sele kapılmış gibi çaresizlik içinde susup habersizce kayboluyor. Sessizce bağırıyorum. Kulaklara gitmez sessim. Arşı sağır etmiştir sessiz sessim…
Her arkamdan bakışında, sitem dolu bakışlarla: “Yani gitmeyi mi tercih ediyorsun?” diyor. Ve ekliyor: “ Yaralı serçenin bir kanadını da sen mi kıracaksın? Bu yalnızlık duvarıma bir taş da sen mi koyacaksın?” diyordu.
Dudaklar, öyle bir haldeydi ki; sanki günlerdir kimseyle konuşmamış. Bir küskünlük ya da kızgınlık protestosu mu bu? Bilemedim şimdi. Ama gözleri tam tersine gözlerimin içine bakmaktaydı ve bana içinde yaşananların sesini duyurmaya çalışmaktaydı. Sessizce haykırıyordum ve: “Ne çare… Bakışlarım ancak başka dünyalarda sesine koşabilir/koşabilmekte. O yabancı olduğumuz dünyada bu bakışlara giden yollar kapatılmış. Gözbebeklerim, çıkmaz sokaklarda burada.”
“Dipsiz kuyulara
Gözbebeklerimiz
İnebilmiş ancak”
Gözbebeklerimiz artık cananıyla baş başa bir sevda gezintisindeydiler…
Deruni’nin: “ Seni yalnızlıkta, hüzünde bırakmam” deyişleri yankılanıyordu taşsız duvarlarda. Bir “uzak” yankısıydı bu. Bir hasretten, bin tükenişin ve çaresizliğin yaşamla ölümün aynı ırmakta akışının duyurusuydu. Kuyuların çıkmazlığı, karanlığı yüzlere yansırdı.
“Deruni’de hüzün terk ediyor yüzünü”
Maviliklerde gökkuşağı açılıyordu. Titreyen güneş ısınmaya başlıyordu gözlerinde. Burnunun eteklerine yaslanıyor sevinçten yorulan parmaklar. Az ileride çocukların sesleri geliyordu, kuş cıvıltıları gibi… Bunlar hepsi umudun, güzelliklerin habercileriydi…
“Hiçbir hüzün güzel izleri yok etmeye muktedir değildir.” diyordu içinden gözler