Yaralı iki serçeyiz şimdi, yağan yağmur da ıslanan. Sukutumuz mutluluğumuzdan değil acımızdandır. Bu şehrin sokaklarında akan seller yaramızdandır. Bu şehir seller altında...
Hangi şehrin sokakları içimizdekileri taşıyabilir ki?
Yasaklı bu şehir. Şırıl şırıl Hasret fışkırıyor yasaklı topraklarında.Bahçelerinde zakkum ağacı büyütüyor.
Sevda yüklü yüreklerin arasına türe sınırları çekilmiş.
Yasaklı bu şehir...
Hangi şehrin toprakları bağrına basabilir ki?
Bu şehir;
Güneşi kısık...! Rüzgar titrek...!
Dağları yorgun...!
Güzel duygular mezarlarda bak... Mevsim sonbahar, çocukları ağlıyor, yaprakları yerlerde bak... Ayrılıyor kordonundan zaman... Gitmiş güneş, kısık ateşinde üşüyor sevgi yüklü yürekler. Hangi şehrin güneşi üzerimize doğabilir ki?
Yaralı iki serçeyiz şimdi, güneşin kısık ateşinde üşüyen. Nasılda öldürmeyen bir üşümedir ahh! O sarmayan kollarının yokluğu.
Ah...Ne ben derdimi anlattım nede doktorlar anladı derdimi.
Hangi şehrin geceleri anlatabilir ki derdimi?
Ah Heyra, İçimi deliyor güneşli bakışların.
Hasret ki, karşımda ki bakan gözlerinin soğukluğu.
Yaram ki, çaresizce gömdüğümüz isyanımızda gizli.
Derdimizi hangi şehrin ahalisine nasıl anlatırız?
Bir şehrin iki yaralı göçmenleriyiz Heyra...
Kimiz Heyra?
Kimimiz var ki, yasaklarla dolu iki yürek…Hangi şehrin hemşerimize sığınağacız?
Yaralı iki serçeyiz işte, yurtsuz.
İki yaralı serçeyiz, birbirimize kanat olup hadi buradan uçalım…Hadi kavuşalım şehrimize uçalım. Hadi! Biz geldik diyelim
Ve
İçimizi durmadan tırmalayan duygular vucud bulsun sokaklarında. Güzelliklerden anlayana kadar bütün şehirlere anlatalım bizi, şehrimizi. Sevgi kanatlarımızdan akan, yasakları boğsun. Kan revan sevgi bulaşsın her yere.
Bilirim. Ey Yetim çocuk, ey Heyra diyeceksiniz ki; uzaklardan ve buralardan değil aslında...
- Tamam susun susun.
Bakın işte yaralı diyorum ya. Hiç olmasa bir şehir olsun
Heyra anla işte beni. Gökyüzümde, şuramda, durmadan konuşan bir sızı...
Şehirler işte . Yasaklı şehirler.
Her nefesimde derin bir sessizliğe iter kelimelerimi.
Bu şehirlere rağmen biz geldik diyelim o şehre. Taştan ağır ve çelikten sert adımlarla. Kanatlarımızın her çırpınışında; oradan çıkan bir ses çırpınıyor yine.
bu gidiş nereye!!!?
Hangi şehre...?
Pençelerinde acı taşıyor zaman.
Hüzünle baktırıyor ardından attığı çiziklere, kanayan yaralara. "böyle olmamalıydı" diyenlere keder, çıkmaz sokaklar ve bitmez geceler bırakıyor. Birde yabancısı yapıyor şehirlerin...
Heyra belki de ;
sular taşlanmamalıydı...
Nehirler maksadında akmalıydı...
Her şey yerli yerinde olsundu...
Farkındayım Heyra, acı rüzgârlar vuruyor yüzlere. Ne yapalım geri getirmesin bir saliseyi. Çekemezsin bir rüzgarı elinle ya da tutamıyorsun sana ait olmayan bir serçenin kanadını. Sabahlayamazsın senin olmayan bir şehrin sokaklarında.
Her şeye rağmen selam olsun o kutsal şehre. Ve doğmasa da güneş yine de kalbimizde ki ışıkla;
Günaydın dilsiz sevda.
Kanatlardaki yaralı dua.
Gözlerde ki tebessüm.
Uykudaki rüya,
Heyra,
Heyra...
Gündüz düşüncem.
Ellerimdeki soğukluk,
Sol yanımdaki boşluk.
Günaydın Karacadağı ıssızlığa iten çiçek.
Güneşin doğuşu, günün ilk adımı.
Hüznü hüznüm, sevinci yaşamım.
İkliminde gölgelendiğim.
Beni çepeçevre saran sır.
Aydınlığımda gizlenen bir asır.
Günaydın sevdalar ülkesine götüren kanatlarım.
Gökyüzünde süzüldüğüm rüzgar.
Ellerime sığmayan hava.
Parmaklarımda tutamadığım su.
Günaydın hislerimi dirilten iksir.
Günaydın kalbim.
Günaydın nefesim.
Günaydın sebebim...
Selam şehrim...