Sabahın ilk nefesi bir koku ile boğulmak. Solunuzu boğan, en çok içinize çekmek istediğiniz koku olur mu hiç. Nasıl bir koku yarabbi! bir yanı cennet bir yanı cehennem. Sadece burundan mı alınır bir koku? Sadece burna mı ağır gelir? Kim öyle demişse kuru sözlerden başka bir şey bilmiyordur. Öyle kokular var ki; insanın soluna öyle bir otur, feryatları arşı sağır eder. Öyle bir koku ki; kendine bile söylemekten korkar insan.
Kim demiş, yasaklı kokular günah. Eğer günahsa günah olsun; yeter ki bir defa içime çekeyim o kokuyu.
Ne kadar güzel kokun: Terk etmedi beni. Kırlar gezdim, mevsimler geçirdim, paslı duvarlar arkasında kaldım, küf kokan insanlar arasında dolaştım, güneşte yandı tenim. Yine de terk etmedi kokun beni...
Sigara dumanıyla boğdum ciğerlerimi Fırat’ın suyu ile yıkandım, Yine terk etmedi kokun beni. Yollara düştüm, rüzgârlarda savruldum, boynuma darağacın ipinden doladım, Yine de boynuma dolanan kokun terk etmedi beni.
Arifler dediler ki : " cennet Kevseri ile yıkansan geçer." Bense, senden daha başka cennet mi var ki? Diye sorarım. Cennetim, miski amberim... Kokun ve kokusuzluğun sabır taşımı çatlatır. Kokun bir karanlığın avucunda uzatılır bana. Kaburga kemiğimin değil; kalbimin kokususun ey güzel. Havada uçan değilsin sen; başka diyarlardan gelmiş gibi kokuyorsun. Şiirlerin, şarkıların geldiği yerden gelmişsin. Baharlar, Karacadağ ovaları senden almış kokunu. Sensin kekik kokan, ruhuma nefes veren. Kurşundan, hançerden daha ağır olansın sen. Anadolu sanki yanında pis kokan, Baharın kıskandığı, Seher vakitlerin kucaklamak istediğisin.
Şairler:"İnsanın mülkü yarasındadır " dediler. Nede doğru demişler. En büyük yaram senin kokundur. Bahçen, çiçeğin; derunidir. Yok, artık başka bir kokum, nefesim, döndürenim, emanetim, ferahlatanım... Yok, bahçeme artık açılan başka kapı. Kokundur deruniye mühür. Yine de biliyorum bu kaderim değil; kara bahtımdır.
Yok, başka cellât kalbimin derinliklerinde. Eskimeyen en eskimsin. Karacadağ’ın bütün taşlarını soluma koyup; bastırdım seni desem de; inanma buna. Bütün taşları çatlatan, sinemi dağlayansın.
Defalarca söz verdim kendime unutmak için. Başka başka hayaller kurdum, yine olmadı. Gitmedin benden. Defalarca bu bedeni terk etti can; yine de sen terk etmedin bu canı. Gecenin karanlığında, kenar mahallelere kaçıp; kara kömür dumanlarına sarıldım yine gitmedin benden.
Ah seni hangi suyla yıkasam… Hangi yorgun yolda bıraksam Nasıl bir mevsimde bıraksam Hangi kurşun ile vursam Hangi dille haykırsam Ne yapsam yine de terk etmiyor kokun beni
Her şeye rağmen yine de seni en derinlere çekmek güzel şey. Seni, derinliklerde bu kadar güzel büyütmek; güzel şey. Dünyanın en acılı, kederli ve pis kokuların içinde cennetlerden sızan bir kokusun. Cennetin en güzel kokusunu içine çekmek gibi bir şey senin kokunu çekmek. Ancak yine de seni uzaktan içime çekmek, yetmiyor artık; boğulmak isterim kokunda.
Yine de yokluğun varlığında nasılım biliyor musun? Yağmura hasret toprağım, Rüzgârın insafına kalmış kalbimin avuçları... Her saniyem seni özlemekten, hasretinle geçmekte. Zemheridir ilkbahar mevsimim. Sabahları gecenin karanlığı ile karıştırıyorum. Kurşun gibi ağır, sensiz çekilen her nefes. Sanma ki nefes alıyorum. Tek umudum yine boğan güzel kokundur.
Ey zehirleyen miski amberim... Her sabahımda dermansız dermanımsın. Ömrümün fermanı, Şehrime nakış olmuş hüznüm. Olmayan sabahım.
Terk etmedi kokun beni. Nefessiz bıraksa da dünyamı.