Deruni, her dem mahzende. Yine bir dem Deruni, kalbi mananın anlamına dair sınırlarda dolaşırken yazılar yazmaya karar verdi. İçindeki hallere tercüman sözcükleri bulup da içindekileri zahire dökmek istedi. Dedi, her vasfın karşılığı bir sözcük var nasılsa. Ben de halimi arz edeyim sözcüklerle Dilber'ime. Derunidekilerin bir şekli vardır deyip, şekil bildiği sözcükler için;
Siyah kâğıdı, beyaz kalemi aldı eline:
"Dilber…", diye döküldü dilin uçuna, sayfanın tam ortasına. Deruniden, kalemi kırarcasına, kâğıdı yırtarcasına binlerce lal kelimeler, sessiz haykırışlar "Dilber…" diye ses verdi.
Ey derunideki dilsizin mütercimi, kanatları olmayan ulaklarım benim. Dilber'in kalbine mürekkebimin kokusunu ulaştıran. Deruninin sularına dökülmüş kandillerin aydınlığı Gerçeğin gizli bahçelerinden geçen mananın kifayetsiz şekilleri Haykırın, haykırın… Ancak bilin ki sesiniz yalnız yine sessiz kalandır, Derunidekilerin yanında.
Ağlayan yağmur, konuşan ırmak, doğan güneş, uçan kuşlar benim, senim, sensin. Karanlığın karasında; Gözlerimle gören ey, ey gözleriyle gördüğüm.
"Dilber…", diye döküldü dilin uçuna, sayfanın tam ortasına. Deruniden, kalemi kırarcasına, kâğıdı yırtarcasına binlerce lal kelimeler, sessiz haykırışlar "Dilber…" diye ses verdi.
En berrak suyunda bulunduğum ey, En derin kuyusunda kaybolduğum ey, Kalbinin sesi geliyor, gelsin, sesim Deruni'ye gitmiyor, gitmesin. Sesim bana gitmeyen, sesi bana gelen ey. Ey sesli sessiz ey… Ey sağır eden dilsiz ey…
Deruni sayfanın ortasından devam etti, Dilber, dedi:
Ey kalemiyle yazdıran Ey kalbimle seven Ey kalbiyle sevdiğim Yalanı olmayan yalanım. Kalemime doğru mürekkebi doldurup, kelimelere yalan giydirenim.
Manayı terk edip çıkmazın rahmetine sığınan derinlerim. Yitik rahtına gönlünce kurulan gündüz-gece gibi varlığımız, bu çıkmaz duvarlardan ulaşılmaz duygu mürekkebim sana. Yine gerçekte; payımıza kalan, Siyah sayfalara düşen beyaz mürekkeptir. Beyaz mürekkebim, Siyah elmasım, Yitirilmiş Cennetim… Ah benim vuslatsız gece-gündüz gibi sahiplendiğim, asla vuslatı olmayacak hasretim.
Ancak benim karanlığın karanlığından da, gündüzün gündüzünden de daha çok kavuşup de sahiplendiğim. Görmeyenlerde sarmaşığınım ben. Ve hiç sarmaş dolaş bilmeyecek gören gözler. Ah benim, Ah benim, Ahım benim… Ey varlığı ahımda olan. Vuslatsız gelenim. Ey varlığı vuslatı; gelecek zamanların ve mekanların ebediyetiyle olacak vuslatı bakim. Derunimden akıp uzaklaşan kanım. Derunime dökülen karanlık aydınlığım. Yine akıp dökülen benim bana. Ve vuslatsız akışlı yollarımsın. Ey Karacadağ'ın yumuşak patlayan, kara taşı. Tezatlarım benim, benim tekrirlerim Ama muhabbetinden asla rücu etmediğim. Ve vuslatına hasret çektiğim. Gün geçtikçe çoğalanım ve bitme korkum. Benzetmelerimin bitmediği; heyecanım, ruhum, boyum posum, işim… z
Dilber, yazdı Deruni, sayfanın ortasına. Daha hitaptaydı kalemi, bir satır ileriye geçemedi. Bir satır ileri geçsem hitaptan, dedi, yanacağım, öleceğim. Ses verdi içinden bir ses: Yan o zaman, yan o zaman. Öl o zaman öl. Ey fani! Ol ki öl, Öl ki ol.
Deruni devam etti:
Ah benim Dilber'im, ah benim, ah/senim, dedi, başka bir şey diyemedi.
Deruni, yazdıklarına dönüp bir bakınca, ah diye başlamış, ah diye durmuştu. Gördü ki ahtan öteye geçememiş. Anladı ki Deruni'de "ah"ı zahire yazacak kalem yok. Ve Deruni'nin kaleminde Dilberin ahından öte sözcük yok.
Ey dilber Kalemler sende kifayetsiz Bil ki Deruni'de bir ahsın