Cehennem dedikleri ne ola? Fokur fokur kaynayan zakkum deryası yada kül edip yakan ateşler çukuru mu? Bütün ilahi kitaplarda yazılmış, Peygamberler duyurmuş, korkanlar terleye terleye , sıkıla sıkıla anlatmışlar. Tarih boyunca dilden dile aktarılmış. En süslü kelimelerle anlatılmış, acı duygularla haykırılmış. Cehennem cehennem…
Cehennem; yalnızca sen misindir yakan, kül eden, yok eden… Nede çok yalanlar söylenmiş ve yanılmış. Sadece yakan, yok eden değilsin ey cehennem. Ey cehennem, sen yârin tavırları yanında cennetsin. Bir dakikalık asık surat, sert bakan yârin gözleri seni de yakar içinde. Ey seni ukala, kendini yakan sanan. Sen yârin tavırları yanında bir saliselik acısın.
Ey Yar, sen öyle baktığında;
Göz kamaşır, ay tutulur, güneşle ay bir araya gelir. Gönlün sığınacak yeri kalmaz.
Artık Sur’a üflenildiği, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zamandır.
Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutmuştur.
Artık kitabı sol tarafından verilenlerden olmuşum. Ve arktı keşke bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim. Keşke yokluğunla her şey olup bitseydi, unutsaydım. Artık bedenim bana hiç fayda sağlamaz oldu. Kalbimse koça bir yük oldu.
Ey yârin tavrı, varlığın;
Uykuların terki diyarıdır. Güneşin varlığı yalnızca kendini yakmasına dönmesidir. Güllerin küflenmeye terk edilmesidir. Maviliklerin yerin dibine girmesidir. Tebessümlerin çığlığa dönüşüdür. Âdem’e isimleri unutturansın. İblisin zafer naraları attığıdır. Bahçelerde karagüllerin açtığı demsin. Her yerin zifiri karanlığıdır.
Ah sizi tavırlar; ah, o karanlık ışık, ruhsuz beden, yürüyen ölü, küf koku saçtıran hava! Duyguların zindanı, sevgiyi boğansınız.
Tavırlar;
Nice sevgi, nice hatıraya gece çekiyor; nice kötü duygu bağdaş kurup oturmuş tam orta yerinde. Sizin dahi içinizde gizlenmiş yalancı karanlıklarılar, kalabalıklar, yalnızlıklar var.
Kurtarıcı görünseniz da, gerçeklerden gelseniz de, içinizdeki pek çok şey öldüren ve yalancıdır. Deruni sizin için der ki: çekiciyle örsünde dövüp de doğrultup düzeltecek demirci yok gerçekte.
Ey tavır sus!
Ey tavır, bağırmayın öyle Susun! Burası hiç yurdunuz değildir. Çünkü güzelliğin sesi yavaşça konuşur; o ancak en uyanık ruhlara sokulur. Sizi çaresiz karanlık, ancak kendinizi sağır edensiniz. Mabet değildir uğrak yeriniz. Zikir değildir söyledikleriniz. Mabedin burnu dibinde soluklanamazsınız. Hep bahaneler bulur beğenmezsiniz. Seni mabetten nasipsiz burun sümükleri.
Ey mabet, duy sessizce beni…
Ey içimdeki mabet, ey derin ve tertemiz gök! Ey cennet kokulu! Ey ışık uçurumu! Sana baktıkça, kutsal arzulara dalıyorum.
Ne güzel geldin içime… Gözlerin; güzelliğine bürünmüş; söz söylemeden konuştun benimle, ruhunla apaçık. Ruhun, ruh oldu bedenime. Ruhun, ruhuma biçilmiş; bedenin başka giyinilmişse de.
Ah! Ruhlardaki bütün gizli güzelliğin ve asıl gerçeğin nasıl farkına varılmaz! Bedenlerden önce gelinildi sen bana, ben sana.
Baştan beri biriz seninle: Karanlığa, eleme, korkunçluğa ve dumana ortağız; Deruni’ye bile ortağız.
Birbirimizle konuşmayız, çok şey biliriz de ondan. Susarak konuşuruz birbirimizle, bilgimizi birbirimize gülümseriz.
Seninle birlikte öğrendik her şeyi; kendimize, kendimizden öte yükselmeyi ve gülümsemeyi: Karşımızda gerçekler, zor ve suç yağmuru gibi akarken, dolu dolu gözlerle pek uzaklardan ta ebediyetlere bulutlanmadan gülümsemeyi.
Ben yalnız gezerdim; geceleyin gönlüm o yanlış yollardan neyin açlığını çekerdi? Dağlara tırmanırdım; sen değilsen eğer aradığım kimdi dağ başlarında? Hep yalnızca suçlu ben miyim? Dağda olan da suçludur, arayan da. Hep bırak artık suçluyu. Aslında ikimizde suçsuzuz hiç olmasa sen bil.
Ey gök kubbem, gerçeğin acılarıyla seni tavırlı görmektense, karanlık bir gök altında kapalı bir mezarda olmayı tercih ederim!