Seher vaktinin yalnızlığında yürüyordu. İmsak vaktinde okunan ezanın sesinden başka hiç bir ses yoktu. Ezan bittiğinde yalnızca agir ağır atığı adımların sesi geliyordu. Içinden: "Adımlarımın hiç böyle konuşan seslerini duymamıştım" diyordu. Sanki içindeki hüzün adımların sesine yansımıştı. Ağıt yakan bir kadının ses tonundaki acıları gibi. Elleri cebindeydi. Sanki ilk defa ellerini cebine koyuyormuş gibi birden aklı takıldı: " üşümüyorum ki hava da çok güzel. Hem aylardan mayıs yani ne kadar üşüyebilirim ki. Ee peki bu ellerim niye soğuktan kaçıyormuş gibi ceplerime sığınıyorlar ki?" Evet elleri aslında üşümüyordu da. Deme ki, yalnızca soğuk havalardan kaçmak için sığınılmıyormuş bi yerlere. Yada sadece soğuk havalarda üşünmüyormuş. Elleri de üzüntüden ceplerine sığınıyormuş meğer. Belki az da olsa burada bir nefes alırım diye koşmuş ceplere. Hüznün ağırlığı işte her bir yere yağmur gibi iniyormuş. Yüzü yere bakıyordu sanki boynunda ağır bir yük varmış gibi. Sırtında büyük bir yük taşıyan taşıyıcılar gibi eğikti boynu.
Hep yürüdüğü kaldırımda yeni bir yüzmüş gibi yürüyordu... Hep aynı yerde duran çam ağaçlarına ilk defa görüyormuş gibi baktı. Ve içinden ne: " Bu ağaç nede büyük öyle, binaların boynu geçmiş. Acaba içindeki sesleri arşa duyurmak için midir bu denli uzatıp gitmesi. Kim bilir hangi büyük hüznün verdiği uzunluktur. Benim nefesimin solumda uzun uzun ağır oturması gibi mıdır bu." Ağır bir ah çekip ilerliyordu... Keşke bütün bakışlarım bu Deruni de uzun kalan izler gibi uzun uzu olsaydı. Hiç bir saniye o güzel gözlerden kesilmeseydi bakışlarım. O uzun cam ağacını da kesseler mi ki acaba?
Çok sakin biriydi. Ancak yürüyüşü hiç de öyle göstermiyordu. Her adımı ile birileri ile konuşuyormuş gibi ilerliyordu. Baktığı kuşa bile karşı sakin değildi artık. Kaldırımlar sanki sesinden kulaklarını kapatıyordu. Gökyüzü hasretle söylediği türkülerden kulaklarını kapatıyordu. Artık kes türküleri diyordu. Garibim yollara ne denmeli. Onlarda bu çocuğa dayanamıyordu artık. Hiç bitmeyecek mi bu hüznün yolu. Adımlarım hep en ağır ve sınırsızca mi yürüyecek beni? Ben tükendim artık sen tükenmez misin?
Ermiş çocuk insan karanlığının olduğu az ötedeki caddeye indi ve yine yalnızca kendine rastladı. Onca kalabalıkta yine kendi kendine konuşup ilerliyordu. Ancak onu yalnız bırakamayan aynadan yansıyan ruhu, mabedi de eşlik eti konuşmasına. Ruhu, Mabedi şöyle dedi Ermiş Çocuğa: Hiç yabancı değilsin bana. Sanki solumdaki tahta hep oturansın. Sadece Ara ara yüzün değişiyor yüzümle. O zamanda görmüyorum seni karşımda. Bugün yine göremeyecek miyim seni. Tebessümünü, elemini yüzüme mi dökeceksin. Aman her neyse ben ne dersem aynı yola çıkıyor işte. Ne sen benden ne de ben senden vazgeçebiliyorum. Yani yalnız bırakamıyorum. Hem sen niye kalabalıklara karışmıyorsun ki? Niye diğerleri gibi biri olmuyorsun. Mesela X hoca gibi yada X kişi gibi. Mesela senin de giydiğin sadece bir terlik olsun. Hatta rengi ve modeli tebessüm ettirmesin. Of ya işte sende herkes gibi ol. Yada ben olayım.
Söylenip giderken zaman da hayli ilerlemişti... Ermiş çocuk saate baktı. Hiç sevmediği şeydi saate bakmak. Zaten bu yüzden saat bile takmazdı koluna. Şu telefonun saati de olmasa tam da iyi olurdu işte ama. Evet saat Yine bir ikindi vaktini gösteriyordu. En sevmediği vakit. Tabi her zaman söylediği gibi ikindi namazı hariç. Çünkü bu vakitte hep gitme-kal savaşları başlardı. Gitme gerçek dünyaya, Deruni'de kal!
Git-Kal savaşları bitmezdi. Her sabah ne her bakış bu savaşların başlangıcıydı. Bir ikindi vaktinde erkenden savaşta yenik düşen çocuk yine hızlıca gider her adımda giden arabamdın plakalarına bakardı. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış dedikleri bu olsa gerek. Bir ikindi vaktinin bıraktığı sonuçtan az da olsa bir yaraya merhem olcak diyedir bu bütün bakışlar, takipler.
"Kal" bir gün zaferine ulaşabilecek miydi. Kal Sessizce haykırdı: her gitte yıkılmış, dağılmışım ben. Yorgun yüzler gibi kaldırımlarda ve banklarda uyuyup kalmışım. Her "git(iş)" benden bir şeyler alıyor; gittikçe sessizleşiyorum, - neredeyse bir hasta gibi görünüyorum.
Ermiş çocuk bütün bunların üzerine yine sessizce kulaklığında son ses Can Bonomo'yu açtı:
KAL BUGÜN
Bir kuş uçar pencereden haber verir ey
Ben yanarım bu dağlar bana dar gelir ey
Kal evim ol çil çil olsun taşların
Ellerin yastık yorgan sarı saçların
Kal gitme fikrim sende
Sen bir başkasını sevsen de
Var gitme ölürüm o zaman ben
Yar gitme ölürüm o zaman ben
Kal bugün canım ağrıyor
Ellerim tenini arıyor
Saçlarım tel tel ağrıyor
Ölürüm ah ölürüm o zaman ben
Dur bugün ruhum eğik bak
Yorgunum zormuş unutmak
Her gün aynı dileği tutmak
Ölürüm ah ölürüm o zaman ben
Yol beni al yarime ver gel bana ey
Yol canım ol yoldaşım ol gül bana ey
Bir gülü al doğur elime ciğerlerime
Ben yandım selamet olsun diğerlerine
Kal gitme fikrim sende
Sen bir başkasını sevsen de
Var gitme ölürüm o zaman ben
Yar gitme ölürüm o zaman ben
Kal bugün canım ağrıyor
Ellerim tenini arıyor
Saçlarım tel tel ağrıyor
Ölürüm ah ölürüm o zaman ben
Dur bugün ruhum eğik bak
Yorgunum zormuş unutmak
Her gün aynı dileği tutmak
Ölürüm ah ölürüm o zaman ben