Ey örtüsüne bürünen geceyi aydınlığa çıkaran Güneş…
Kapıyı aralamanla yolsuz yolcuya diz çöktürdün bu fakire. Bir çöle düşen bu fakire dervişlik tacı giydirdin Ey Mabedim. Ey eşkıyalarımı durduran aydınlığım.
Ey kapıyı açıp fethi cana safa gelen Mabet, hoş geldin. Ne güzel bir geliş bu. Yalnızlık, karanlık şehri aydınlatan fetih.
"Aydınlığım merhaba"
Karanlık çöllerden çıkaranım merhaba…
Dipsiz zifiri çöllere düşen bu fakire kapı açan cömert. Nasıl süzülüyorsa, akıyorsa Nil mısır çöllerinde, öylece akıp aydınlatıyorsun karanlık çöllerimi.
"Fetih kapıların kutlu ola"
Şehir ki tüm özlemi sen. Şehir ki en girilmez kapıları sana ram olmuş. Şehir ki yek aydınlığı sen. Ey Mabet, tam ortasında en kutlu yerindedir tahtın. Ne kadar yakıcı ahlar yükseldiyse bu şehrin içinde, o kapıdan sen içeri girince yükselen sesler;
" Ente şemsün ente bedrun
Ente nurun âla nur
Ente misbah-ussereyya"
Sözlerine, coşkusuna, sevincine döndü. Bir açılış değildi bu kapı bu geliş. Bir güneş, bir ay, bir nur üstüne nur, bir Süreyya ışığıydı.
Ey Mabedim…
Dünya, güneşi görüp de o ilk ışıkların kalbine vurduğu an ne hissettiyse,
İbrahim’e ateş, içindeki hû yangınının yangınında serin bir rüzgâra döndüğünde, İbrahim ne hissettiyse,
Kuzuya, bitmez görünen günün hasretine zaman sayıp da akşam annesine kavuşmasında, kuzu ne hissettiyse,
Onu hissettim, Mabedim kapıyı açışında...
Ey güzel kapı açan; İbrahim Edhem, hasret çektiği yavrusuna kavuştuğunda, ne hissettiyse,
Mekke, bitmez gibi görünen Muhammed'in hasretinin üstüne, Mekke'nin Fethini gördüğünde ne hissettiyse,
Oruçlu, yazın ortasında güneşte yanan çiğlerine iftara kavuştuğunda, ne hissettiyse
Namaz kılan dervişin, secdeye alnını koyduğunda o en yakın anda, ne hissettiyse,
Onu hissettim bakışlarının dokunuşunda...
Ey yakınımın en uzağında ki Mabedim;
Hallac-ı Mansur, enel hakkım sözlerini haykırıp da enel hakkım uğrunda dar ağacında, ne hissettiyse,
Züleyha, Yusuf zindanın karanlığından aydınlığa ilk çıktığı anda, ne hissettiyse,
Yakup, Yusuf'un hasreti ile kaybettiği gözlerinin Yusuf'u Mısır'da gördüğünde, ne hissettiyse,
Hacer'in, İsmail için koştururken, İsmail' in topukları dibinde fışkıran kevseri gördüğü anda, ne hissettiyse,
Onu hissettim kapıda seni görünce...
Eyyübi hastalığa yakalan bir hastanın, kapanmayacak gibi görünen yaralarına, yaralarını saran merhemi bulduğuna, ne hissettiyse,
Bir mültecinin, sığmadıkları botun gecenin karanlığın da kıyıya vurduğunu gördüğü anda, ne hissettiyse,
Tiren garında bekleyen bir sevgilinin, biten savaşın ardında tirenden ilk inen kişinin yarı olduğunu gördüğü anda, ne hissettiyse,
Onu hissettim Kapıdan giren sen olunca...
Minik kuşun, yuvasından düşerken hiç beklenmedik anda kanat çırpıp ilk defa havalandığını gören anne, ne hissettiyse,
Bir aşığın,Uykusuz gecenin ardında , ilk ışıklarıyla havada ki tek kokunun o cennetten gelen koku olduğunu fark ettiği anda, ne hissettiyse,
Mahi'nin, bitmeyecek dediği yalnızlık sessizliğini bozan sesin Mebed' in sesi olduğunu duyduğu an, ne hissettiyse,
Onu hissetim, Kapının ardından gelen senin sesin oluca...
Tarifi imkansız duygular vardır. İnsanın hayatında öyle duygular vardır ki hiç bir zamana sığmaz. O duygu ne o an ne de sonraki zamanla sınırlandırılır. Hiç bir zamana sığmazlar bu duygu. Zamana sığmadıkları gibi kalem ve sayfalara da sığmazlar. Bu duyguyu dile getirmek için; kalem, var gücü ile satırlarda koşmaya çalışır, denizler içer, ormanları yok eder. Kimi zaman da uykusuz geceler geçirir. Ancak yine de bu duyguları anlatmaya güç yettiremez.
Bu duyguları, kimi zaman anlatmak için hep benzetmelerle anlatılmaya çalışılır ancak buda kifayetsizdir.
Ey Mabet işte kapıdan girişin anlatılmaz duygulardan biridir…